Dünyada
yapılan
çalışmaların
en
mükemmeli
zikirdir.
Bildiğiniz
gibi bu
hususta
Kur’anı
Kerim’de
ve
Hadis’lerde
pek çok
bilgi
var.
Araştırmacı
yazar, Üstad
Ahmed
Hulusi
de zikre
epeyce
önem
veriyor.
Ayrıca
beyinle
ilgili
olarak;
“Sen
beyninle
dünyalık
talep
edersen,
yani
para
istersen,
mal
istersen
vs.
beyin
sana onu
kolaylaştırır,
yolunu
açar.
Ama
Allah’ı
istersen,
Allah’ın
yolunu
açar ve
Allah,
bütün
dualarınıza
icabet
eder”
şeklinde
bir
yaklaşımda
bulunuyor.
Ve sen
Allah’ı
istiyorsan
Allah’ı
bulursun.
Belanı
istiyorsan
belanı
bulursun.
“Belanı
bulmak”,
bir
anlamda
“dünyaya
yönelmek,
dünya
ile
meşgul
olmak”
demektir.
Bu
şartlar,
özetle
“bela,
kafanı
dünya
ile
meşgul
etmekten
başka
bir şeye
yaramaz”
demeğe
getiriyor.
Bir
hadisinde
Allah
Rasulu
(s.a.v.),
sabır
dileyen
birine
“Allah’tan
bela
talep
ettin”
buyuruyor.
Bu
sözleri
reddetmek
mümkün
olamayacağına
göre
hayatın,
aklın ve
ahlâkın
gereği
olarak
“beladan
kaçmak
lazım”
diye
düşünmek
şarttır.
Ama
bakın
çok
ilginçtir,
büyük
bir veli
olarak
bilinen,
Beyazidi
Bestami
Hazretleri
“Ekmek
veriyorsun,
bari
azıcık
bela ver
de katık
edelim”
dermiş
duasında.
Onun
yönlenişinde,
insanın
belasız
olarak
özüne
hakikatine,
varamayacağını
gösteriyor.
Çünkü
numunelik
bir
kesimin
[velilerin]
hayatı
böyle
devam
ediyor.
Peki,
mesele
ne?
Bir
yanlışlık
yok diye
düşünüyorum.
Buradan,
gerek
Allah
Rasulü’nün,
gerekse
Üstad
Ahmed
Hulûsi’nin
sözlerinin
belirli
bir
kesime-kapasiteye,
işin
vahametinin
farkına
varamayan
zümreye
hitap
ettiği
anlamı
çıkıyor.
Şimdi
kapalı
bir şey
bırakmadan,
akla
takılan
soruları
çözmek
zorundayız.
En büyük
belâların
muntazaman,
Nebi ve
Rasullere
isabet
ettiğini
biliyoruz.
Bu husus
çok net
biçimde
ortadadır.
Yani
insanoğlu
tecrübe
kazanmadan
bir yere
varamaz,
güçlü
olamaz.
Deneyimli
olmak
ise
sıkıntılarla
gelir,
onların
eseri
sayılır.
Böyle
düşünenler
çoğunlukta.
Ama
bazıları
bunu
açıkça
söylüyor,
bir
kısmı
ise
içinden
geçirmekle
yetiniyor.
İçinden
geçirip
de
söyleyemeyenler,
karşılaştığı
badireleri
kolaylıkla
atlatamıyor.
Kuşkusuz,
dindar-
gerçeğe
uzanmak
arzusunda
olan bir
kimlik,
normal-basit
yaşam
tarzından
değil,
yaptıkları
ve
yapamadıkları
üzerinden
değerlendirilir.
Zaman
içinde
bu
ihtiyaç
daha da
hissedilebilir.
Mütedeyyin
biri
olmak
meseleyi
çözemez.
Onun
akıl
yürüten
tutumu
kendisini
örter ve
özü ile
ilgili
mesajları
almayabilir.
Belki de
bu hali,
sorunlarının
devamlılığı
anlamına
gelir.
Bu
noktada
istekler
yanında
karşı
düşünceleri,
korku ve
vehimleri
de
hesaba
katmak
gerekiyor.
Ancak
gerçekler
su
üstüne
çıktığında,
bütün
falsolar,
balonlar
gözle
görüldüğünde
şaşkınlığa
neden
oluyor.
Endişeler
ve
verdiğimiz
birçok
uğraş
ise bu
açıkların
kapatılmasından
doğuyor.
Bu, bela
denen
olgunun
karikatürize
edilmesi
anlamına
gelir ki,
“neyin
ne
olduğu,
sentezin
temel
taşlarının
ne
olacağı”
hususu
çok
karışık
bir
tablo
çizer.
Ne var
ki
Bela
kavramını,
basit
bir
fikir
teatisi
şeklinde
kabul
etmenin
dışına
taşıramıyor.
Tersliklerden
kaçmanın
mutlaka
bir
anlamı
vardır.
Bundan
eminim.
Aksi
takdirde
bu
anlama
endeksli,
“imtihan”
şeklinde
belirtilen
ayetlerin
geçersiz
olduğu
ortaya
çıkar
ki, bunu
kabul
etmek
imkânsızdır.
Bu
aşamada
bahsini
ettiğimiz
üslubu
sergileyen,
iki
farklı
düşünceye
sahip
epey
insan
tanıyorum;
kimileri
hakikatten
bahsederken,
başlarına
istemedikleri
bir hal
geldiğinde
bocaladıkları
görülüyor.
Ama
hayatı
badirelerle
geçenler,
çok net
biçimde
belli
oluyor.
Onlar
asla
sarsılmıyorlar.
Kuşkusuz
ismi
Allah
olandan
bahsederken,
boş
deneyimsiz
bir
hayatı
yaşamak,
sorunları
görmezden
gelerek
devam
etmek,
pek
çıkar
bir yol
gibi
durmuyor.
Bu
düzeyde
insan
şayet
ayakta
kalabilmeyi
becerebiliyorsa
karşılaştığı
ve
hazmettiği
olaylar
sayesindedir.
Unutulmamalı
ki bakış
açılarımız,
yaşamımız
değişik
aksiyonlarla
karşılaşmadığımız
sürece
sadece
bolca
laf
üretmeyle
geçer.
Bu
durumda
da
hakikat
bize
kapalı
kalır.
Basit
şeylerde
kıvranan
bir
insan
görüyorsanız,
bu sorun
ona
“yeterli
belaların
ulaşamamasından”
ötürüdür,
diyebiliriz. |