Bellek-Zaman ve Sezgi

Beden, maddeye dokunabilen tek yapıdır. Bellek de anılara dokunur, nakış gibi işler. Anılar, kimi zaman sadece içte, kimi zaman da beden haricine yayılan dışavurumlar olarak temayüz eder.

Belleği olmayan bir insan yok gibidir. Balıkta bile kısa süreli bir hafıza vardır. Hatırlar, ama kısa süre sonra unutur. Biyolojik etmenin bir yansımasıdır bu olgu.

Biz belleğimizdeki bazı anılarımızı eleriz. Bir kısmını ise aynen muhafaza etmeye özen gösteririz. Ruh, bellek dalgalarını yüklenen ikinci bedenimizdir.

Baas olayları beden değişimlerini getirirken, her yeni beden, bir önceki anıları kaydeder.

Dolayısıyla, hiçbir şey kaybolmaz.

İnsanoğlunun günahları affetme yetkisi vardır. Ancak, günahların işleniş şekli bellekte yerini alır. Beyin istemezse onlar asla silinemez. Günahlar affedilebilir, ama günahı şekillendiren bellek dalgaları yok olmaz.

Yaş ilerledikçe bellek algılayamaz olur. Kişi, bu değişimi hisseder.

Bellek, anıları depolar. Yeri geldiğinde onları kullanır. Buna istinaden, şunu söylemek mümkün: Kimileri, diğerlerine nazaran daha kuvvetli şekilde bellekte yerini almıştır. Görsel olanları ise net bir şekilde gözler önüne gelir.

Böylesi algılar, belleğin canlılığını devam ettirmekte olduğunun işaretidir. Aksine, hatırlanmayan şeyler ise, beyin-ruh ilişkisinin zayıfladığının işaretidir. Kimilerinde bu durum çok erken sayılabilecek süreçlerde başlar.

Zayıf bir belleğe sahip olanın değişimi kolay olmaz. Bazı hususları görmenin tek şartı, bellek-beyin ilişkisini yeterince algılamak ve olgunlaştırmaktır.

Belleğin, algıların önüne geçtiği nokta burasıdır. Çünkü insanoğlu değerlendirdiği şeyi artık hatırlama gereğini duymaz.

Oysa belirli aşamalarda küçük bir ipucu hafızayı canlandırmaya aktif hale getirmeye yeterli olur.

Hafızanın kimi zaman da olur olmaz yere burnunu soktuğu için, işleri arap saçına çevirdiğine, tartışmalara neden olduğuna tanık oluruz.

Hatırlama yeteneği, bireyin hayatını-yaşadığı değişimi etkileyen en önemli faktördür.

Bu aşamada akla şöyle bir soru geliyor: Birey yaşamı nasıl içselleştirir? Yanıtlayalım; sezgileri ile.

Önce bilgi içindeki farklılıkları tespit eder. Bunun için geçerli olan şey süredir.

Sürenin aslı, zamansızlıktır. Zamansızlık; kendini yıllara, aylara, günlere, günler saatlere böler ki, sezgileri-hissedişleri daha bir netleşsin, daha algılanır hale gelsin.

Bu şekilde saf algılıkları artar.

[“Madde, sürecin en gevşek, en seyrek halidir. Simgesel zamanın tersine; anılar sürede iç içe bulunur. Ama süre seyreldikçe anıların iç içeliği yerini şeylerin yan yanalığına bırakır. Süreklilik git gide zayıflar. Zaman genişleyerek uzama dönüşür” ] (1)

Kısacası:

Somut şeyler söylemek için somut sezgilere ihtiyaç vardır. Ancak, her sezgi doğruyu getirmez. Sezgileri yanıltmada vehim faktörü önemli rol oynar.

Gerilimli koşullar, belleği ve sezgiyi yıkar. Zamanı öldürür.

Sezginin yoğunlaşması, tasavvuf ehlinde “keşif” denen harikulade vasfı oluşturur.

Keşif sahibi, bir beşerin bilmediği şeylere vakıftır. Çünkü bu, salt sezgidir. Zaman ve mekân onun önünde duramaz.

Kaçımız böyle bir yeteneğe sahibiz, hiç düşündüğünüz oldu mu? Tüm gününü maddeye odaklayan bir bireyin belleği, zamanla bu özelliğini kaybederken, sezgilerinde bir donuklaşma vardır. Artık o kimsenin zamanı ‘An’ kavramından çıkmış, yayılıp uzamış, yerini izafi süreçlere bırakmıştır.

[Birkaç yıl önce Türkiye'de de gösterilen Rain Man ("Yağmur Adam") filminin başrolündeki Dustin Hoffman'ın canlandırdığı otistik dâhinin modeli Kim Peek geçen ay öldü. Gerçek bir bellek harikasıydı o adamın hatırlama gücü. Telefon rehberine çabucak göz gezdirdikten sonra, herhangi bir abonenin numarasını söyleyebiliyordu.
Oysa doğduğunda ailesinin korku ve kedere kapılmasına neden olmuş. Doktorlar "geri zekâlı" bebeğin hiçbir zaman yürüyemeyeceğini ve konuşamayacağını söylemiş, lobotomy (beyinden parça çıkarma) önermişler. Çünkü iki yarıyı birbirine bağlayan sinir dokusu yokmuş Kim'in beyninde.
Gerçekten de, saçını taramak gibi basit işleri hiçbir zaman başaramamış. Ama on bine yakın kitap metnini ezberlemiş.
Olaydan alınacak ders: Korkulan, doğrulanmıyor her zaman. Tam tersi bile gerçekleşebiliyor.
Yani Aziz Nesin haklı olsa da, "aydınlar" yığınların aklından umut kesmemeli. Elverir ki kendi akıllarını doğru dürüst kullanabilsinler.] (2)

Doğal olan, arzu edilen sonuç “belleklerin dinamiğini kaybetmemesi, sezgilerinin beklenen düzeyde” olmasıdır.

Belleği yerinde olanın sezgileri de tamdır. Bu koşullar, zamanın iyi değerlendirilmesi ile bağlantılıdır.

Bu üç faktörü devam ettirenlerin, fikir birliğinde olduğunu düşünüyorum.

Ayrıca, aldığımız kararların, uygulamasında “şuurlu, sorumlu, akıllı ve basiretli” olunmasını temenni ediyorum.

Ben basit bir insan olarak en akılcı dönemimi, bugünlerde yaşıyorum. Çünkü her ne kadar benden zahir olan hatalarımın sonuçta noktanın-datanın bir dileği olduğu düşünülse de, üzerime alınıp onları düzeltme yoluna gidiyorum. Belleğim buna yardım ediyor. Sezgilerim, doğru yolda olduğumu gösterirken, zamanım da bu algılamaya yetiyor.

 

H.Yücefer. G.Deleuze’nin Bergusonculuk kitabına önsöz (1)

Refik Erduran. Sabah “Aklımız aklımıza emanet” isimli yazısından. (2)

 
 
 

 

 
 
İstanbul - 24.04.2010
sufizmveinsan@gmail.com
sufafy@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com