Töre
kelimesinin
Türkçede
“türemek”
fiilinden
gelmiş
olabileceği
söylenir.
Türeme
temeline
dayanan
bir
gelenek
ve
âdetler
düzenidir.
Bir
yerden
bir yere
göçüldüğü
zaman,
belli
bir
düzene
göre
algılanan
yerleşik
düzenin
adıdır.
Dahası,
beşeri
topluluğun
fiziki
ve
sosyal
çevreye
uyumunu
sağlayan
yerleşik
kurallar
bütününe
verilen
isimdir.
Bu
kelimenin
anlamının
doğrudan
doğruya
köklü,
kesin ve
tanımlanmış
kuralları
yoktur.
Çünkü
görecelidir.
Ne var
ki, bu
“ince”
kavram,
gerçek
amacını
gizlemez,
tersten
bir
okuma
ile
madalyonun
öbür
yüzünü
çok net
olarak
gösterir.
Bir
başka
ifade
ile,
hedeflerini
kabul
ettirip
tüm
insanların
hedefleri
ile
örtüştürmeyi
amaç
edinir.
Kuşkusuz
bu
işlev,
sömürüyü
arttırmaktan
başka
bir
anlam
taşımaz.
Oysa bu
koşullar
hiç
dikkate
alınmamış,
kimi
zaman
halka
yayılarak
kaleyi
içten
fethetmeyi
bilmiştir.
Bu süreç
bireyin
bilincinin,
“kendine
direniş
gösterdiği
anla
beraber
olmakla
birlikte,
birey
olabilme
ayağını
oluşturmasıyla”
başlar.
Ve halka
halka
yayılarak
toplumu
kuşatır…
İslam’da
“töre”den
çok
“irfan”a
dönük
bir
yaşama
iltifat
edilmiştir.
Rasulullah
Efendimizin
(s.a.v)
“İlim
Çin’de
dahi
olsa
gidin
bulun”
uyarısı,
toplumsal
yaşamda,
töreye
pek
ehemmiyet
verilmediğinin
bir
göstergesidir.
Ayrıca
kabirde,
töre,
adet ve
örf
ile
ilgili
soruların
yer
almaması,
söylenenleri
teyit
eder.
Meşru
töre,
muhtevası
açıklığa
kavuşmaya
muhtaç,
salt
gelenek
ve
görenekleri
itibariyle
de
geçerli
olamaz.
Zira
kan
davası
ve
katletmek
şeklinde
biten
sorunlu
türleri
de
vardır.
Sonuç
olarak
şunu
söylemek
mümkün:
Töre,
varlığını
İslâm
dininden
almaz.
Bunu
klasik
tarzda
bir
yaklaşımla,
meşruiyet
sınırları
içinde
kabul
etmek/ettirmek
sakıncalıdır.
Kabullenen,
büyük
günaha
girer.
Örf,
törenin
yoğunluklu
yaşam
şeklidir.
“Örf ve
âdetlerin”
dünya
genelinde,
şarktan
garba,
yurdumuzda
batıdan
doğuya,
oldukça
geniş ve
bir
alana
yayıldığını
ve
toplumları
etkisi
altına
aldığını
söyleyebiliriz.
Toplum
hayatından
doğan ve
uzun |
|
zamandan
beri
uygulanması
sebebiyle
bağlayıcı
bir
faktör
olarak
kabul
edilen
bu
olgular
genetiktir.
Kolaylıkla
varlığı
silinmez.
İzlerinin
ortadan
kalkması
beklenemez.
Yazı
başlığının
bir
diğer
faktörünü
“Âdetler"i
ele
aldığımızda,
bu
olgunun
töre
ve örf
gibi
niteliklerden
daha
farklı
olduğu
kanısına
varıyoruz.
Zira
“sünnet”
kelimesi
bir
bakıma
“âdet”
anlamına
gelmektedir.
Takdir
edilir
ki
Efendimizin
(s.a.v)
sistemin
çalışma
tarzıyla
ilgili
olarak
oluşturduğu
hareketler,
doğrudan
ölüm
ötesi
yaşam
ile
alakalıdır.
Bu
açıdan
bakıldığında
akıl,
âdetin
iyisi
olduğu
gibi
kötüsünün
de
olabileceğini
göstermektedir.
Âdet,
avdet
etmekten
türeyen
bir
isimdir.
Bir işi
tekrar
tekrar
yapmak,
bir şeyi
âdet
edinmek
Allah
Rasulünün
ahlakına
uymayı
getirecektir.
Ancak,
beşeriyetin
tarih
boyunca
kullanıp
nesilden
nesile
devrettiği
töre,
örf ve
adetlerin
süfli
olanından
kaçınmak
gerekiyor.
Çünkü
bütün bu
vasıflar,
şeytanın;
“insan
yaşamını
etkileyen,
adeta
çocuk
oyuncağına
çeviren
beşeri”
tezgâhlarıdır.
Özünü,
aslını
ve
hakikatini
bulmak
isteyenler,
bahsini
ettiğimiz
şekilde,
bu yapay
vasıflardan
kurtulma
gereğini
hissederler.
Vahiy,
“meleki
boyutun
beşeri
boyuta
müdahalesi”
olduğuna
göre
gayesi;
özünden
koparak
anlamsız
kurallar
ve
kanunlar
seviyesinde
yaşayan
bireyi
uyandırmaktır.
İnsanı
insan
kılan
“töre,
örf ve
adet”
değildir.
Bu
olgular,
yukarıda
bahsini
ettiğimiz
şekilde
genetiktir.
İnsanların
tabiatlarınca
benimsenen
ve
tekrar
edile
edile
tutum ve
davranışlarını
oluşturan
huy ve
karakter
toplamı
davranışlar
olarak
tanımlanır.
Töre,
örf ve
adet
gibi
kavramları
benimseyen,
hakikatini
bulmaktan
mahrumdur.
Dahası,
üzerinde
tefekkür
etmedikçe
kendi
anlayışına
göre
kabul
ettiği
bir dine
mensup
olduğunun
farkına
varamaz.
O
nedenledir
ki
Allah
Rasulü
Kur’anı
Kerim’de;
“Sizin
dininiz
size,
benim
dinim
bana”
deme
gereğini
duymuştur.
|