Beynin sanal yollarla
kendini koruması

Beynin kendini korumak adına yaptığı, bilemediğimiz bir sürü işlevi var.

Bunlardan haberdar olduğunuzda hayrete düşmeniz olası.
Mesela, kaslarımızın, bir anlamda bedenimizin, konumu itibariyle beyne, “sürekli sinyaller” gönderdiğini, bu aşamadan müteakip beynin karar verdiğini ve gerekeni yaptığını biliyoruz.
Refleks yönlü işlevler hep böyle böyle gerçekleşir. Çünkü beyin, başına gelen bir krizi bu şekilde atlatır.                                                         Şayet bir çıkmaz söz konusu ise, bunlara tutunmadan olmayacak gibidir.
Bir örnek vermek gerekirse, kafaya yönlendirilebilen herhangi bir darbeye karşı kollarımızı siper olarak kullanıp kafada-yüzde muhtemel bir yaralanmanın önüne geçmeye gayret ederiz.

Yani bir anlamda beyin, önce kendini korumaya alır.
Böyle bir durumda kol kaslarından, korumaya matuf uygun pozisyonu verebilmek için, bedenden –kollardan- beyne gidecek sinyallerin çok hızlı olması, normal sinyallerin hızının 4 katı kadar (70 ms) hıza dayanması gerekir. Normal yoldaki ileti (200-450 ms)’ dir.(*) ( ms= 1 mili saniye, 1/1000 saniyedir).

Buna rağmen gerekli hız temin edilemediğinden, ilave SANAL SİNYALLER üreterek kendini koruyabilmek için yeterli zemini oluşturur. Çünkü kollardaki kasların hareketleri ağır kalır.

 “Özetlemek gerekirse beyin” bir anlamda sinyallerin geç geleceği düşüncesiyle bir “ koruma” yeteneği ortaya koyar.

Kollarını değişik açılarla hareket ettirerek kendini savunmuş olur.
Boksörlerin, sıradan insanlara nispetle özellikle yüzünü darbelerden daha iyi savunabilmesinin, “isabetli bir yumruk almamasının” nedeni budur. Onlar bu işi meleke haline getirmişler, BEYİN sinyal hızını sanal olarak arttırmıştır.
Bir başka örneği ise şöyledir: Kısıtlı yaşam verilerine sahip hapishanelerdeki mahkûmlar, bolca ‘hayal kurarak’ sıkıntılı günlerin geride kalmasını temin etmeye çaba gösterirler.
Ama bunun yine sanal boyutta olduğu düşünülmelidir. Çünkü kendini-aslını bulmamış, belirli bir noktaya gelmemiş bütün insanların kurdukları hayaller sanaldır, asla gerçekleşmez.
Ne var ki kurdukları hayalleri gerçekleştiren Allah ehli mevcuttur.       (Daha da ileri giderek şunu söyleyebilmek mümkün: Birey ahiret yaşamında, kabir boyutundan kabir âlemine geçtiğinde gördüğü bütün varlıklar sanaldır ve bu hal, kendi günah/sevap eylemleri sonucu şekillenmiştir.)
Beyin, bu tip durumlarda hayallere sarılmış, bir şekilde kısa süreli de olsa kendini korumayı başarabilmiştir. Esasen, bu düşünce tarzı, normal olarak hayatın içine sokulmuşsa -alışkanlık nispetinde dahi olsa- daha rahat, “parazitsiz” bir yaşam temin edilmiş demektir.
Çünkü Mental hayvan konumundaki insanın DATASI, parazitli bir ortamda çaresiz kalır, beyin bunun farkında olduğu için, hayallerle kendini avutur.

Tabi bu kadarla da değil…
Meselâ mevcut SÜREÇLER İÇİNDE sahiplenmediği şeyler için dahi “sahipmiş havasına” girer, beğenmediklerini, beğenmiş gibi kabul eder, normalde pek de ilgilenmeyeceği şeylerle ilgilenerek, bir kapalı kutudan dışarıya taşıp kendini rahatlatabileceği görüşündedir.
İsabetli-isabetsiz arkadaşlıklar kurarak veya hayallere dalarak, böyle bir ortamda, yani göz gözü görmeyen durumlarda, yıkıntılar üzerinde yaşarken, bir yandan gelecek tahribatın büyüklüğünü araştırır, diğer yandan da kendini korumayı sürdürür.

Dikkatinizi çekiyor mu?                                                                    Bilemiyorum. Bugün toplumsal yapıda mental hayvan yaşamı, bu ilginç değerlendirmelerle, bazen fanteziler üreterek devamlılık sağlıyor.
Sosyal bunalıma girmeden, daha çok hayaller, ihtimaller, yüzdeler üzerinde yürüyor. Sağlam bir çıkış yolu belirleniyor. Herkesin "kötümser bir hava içinde bulunduğunu" düşündüğümüzde, ortamın ne hale gelebileceğini tahmin edebiliyor muyuz?
Anlayacağınız, hayallerin peşinden risk alarak hayata tutunabilenlerin sayısı epeyce fazla.
Beyin, çoğu düşüncelerinin gerçekleşmeyeceğinin bilincinde, ama yine de “yapay program” uygulaması ile bu işe giriyor.
Sonuç olarak başarısız kalma, beynin bir çalışma programını yürüttüğü anlamında değerlendirildiğinde, başarı gibi kabul edilmeli.
Bir örnek daha; çok olumsuz bir olaydan etkilenmek istemeyen beyin, bu acıyı hissetmemek için, kendini yemeye-içmeye veriyor, şuursuzca. Dur durak bilmeden atıştırıp duruyor. Kendi de bunun farkında, ama engelleyemiyor.

İşin ilginç yanı, beyin bir yerde yeme içme işlevi ile meşgul olurken, diğer yandan acılardan kendi kendini koruyor. Bir anlamda, acıları bedeni ile paylaşıyor, azaltıyor da diyebiliriz.
Esasen “beyin bu işi bilinçli olarak yapıyor” ama insanoğlu bunun farkında olamıyor.
Bu kez veri tabanına “dünyevi düşünceler yüklemeye” başlanıldığında, acıyı müteakip program olarak o işleve konuşlanıyor. İşte hayat böylesi aksiyonlarla devam ediyor.
Oysa böyle anlarda yapılacak tek şey; manayı esas almak, madde boyutundan gelen verilerle pek ilgilenmemek olmalı.
Ancak, bu düşünce tarzı-yaşam kolaylıkla gelişmiyor.
Belirli bir eğitim sonucu işler hale geliyor.
Yaşamın çıkmazlarından bıkan insanlar kendilerini, kimilerince beğenilmeyen tasavvuf ilmine, mistik sahillere atarak kurtarmaya çalışıyor.
Ancak çoğu, işin kolayına kaçma nedeniyle bunu başaramıyor.
Genellikle böyle bir işlevi dahi, beynin kendini koruma planları dâhilinde kurduğunu söylemek yerinde olur diye düşünüyorum.

 

(*) Dianetics- L. RON HUBBARD
İnsan aklının sırları

 

 

 
 
İstanbul- 13.10.2009
sufizmveinsan@gmail.com
sufafy@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com