Bilgi nedir?
Yaşamakla ilgisi nasıl olur?
Hayatta karşılaşacağımız olayları bilgiye dayanarak
çözebilme yetimiz var mı?
Bilgi, insana yön verip hayata hazırlar mı?
Bilgili kişi, kendini körü körüne bu niteliğe adamanın,
ancak onu yaşama geçirememenin sonuçlarını görür,
hisseder mi?
Evet! Bir toplum içinde yaşayanların ilişkilerini
düzenleyen bir olgudur bilgi denen birikim. Bu etkileşim
olumlu ya da olumsuz, hemen hemen tüm canlıları kapsamı
altına alır. Cehaletten kaçmak, saplantılarımıza az da
olsa ‘ bir nokta koymak’ ancak bu sayede mümkün
olur. Siz de fark etmişinizdir; kültürden yoksun
kişiler, kendi çıkarlarını toplumun çıkarlarından üstün
görmeyi hedefler. Bu uygulamalarıyla saplantılarından da
bir türlü vazgeçemezler.
Yaşam ise bilgi düzeyini canlılığa kavuşturmak, ona
adeta ruh vermektir. Ancak, iş bu düzeye geldiğinde konu
biraz daha farklılaşır, karmaşıklaşır. Zira birey,
bilgiye sahip olmakla sorunlarının tümüne çözüm
yollarını üretemediğini anlar. Birikimler yaşamın
yanında hep sönük kalır. Kısaca, sadece bilgi edinmeyi
hedefleyen, hayatın peşinden yol alıyor demektir.
Öyle
bilgiler vardır ki özeldir, hayata belli bir duruşla
örnek olabilecek insanlara aktarılabilir. Dar kalıplarla
düşünen, ezberci, araştırma heyecanından yoksun, kendini
aşma gücünü taşımayana bunlar anlatılmaz/aktarılmaz.
Bilgi ile yaşam arasındaki fark kaçınılmaz derecede
büyüktür, ama bilgi olmadan yaşam beklemek saflık olur.
İnsanoğlu ayrıca birikimlerini, günün koşullarından
ibaret sayarsa yanılır. Aslında hayat bilinmeye,
keşfedilmeye, en azından yeniden yorumlanmaya ve
yaşanmaya muhtaçtır. Bilgi, bir tavır alışla, belirli
bir duruşla yaşama dönüşür. O nedenle yaşamın
heyecanını verecek ipuçlarına/yenilenmeye süratle
ihtiyacımız vardır.
Sonuç almaya götürebilecek temel koşullardan biri, hiç
kuşkusuz, bireyde ‘yeterli düzeyde bilgi’ nin
olmasıdır.
Bilginin yaşama geçirilişindeki en önemli iki faktör,
fikirler ve bedenlerdir. Çünkü bilginin somutlaşması,
hareketlenmesi, yani yaşanışı, düşüncelerin, beden
arasındaki dolaşımları sonucu oluşur. Beden
isteklerinde ısrar etmez, bilgiyi engellemezse dolaşımı
hızlanır, arttıkça değeri de yükselir, yaşama ulaşır.
Bilgili kişi, ne denli sakin görünmeye çalışsa,
çevresini yok sayarmış gibi yapsa da buna muvaffak
olamaz. Zira, özünde paylaşımın parıltıları vardır.
Bilgili olan, bilgisayar başında kendince bir program
yazıp onu çevresi ile paylaşır gibi, yerinde ve
şartlara, mantığa/akla uygun bir zihinsel işbirliğini
gerçekleştirmeli. Bilgi, belirli bir yere ait olma
mecburiyetini hissettiği anda, ister istemez sıkışma
zorunluluğunu yitirdiğinden, otomatik olarak yaşama
geçmenin adımlarını atmaya hazır olacaktır. ‘Ortaya
çıkan, elle tutulur’ bilginin hayatla birleşmesinin
tek yolu budur.
Israrla altını çizmek gerekir ki, bilginin
paylaşımından kasıt, onun soyut, yani ele avuca gelmez,
uçar kaçar oluşu değildir.
Sistemin işleyişine baktığımızda bu husus çok net olarak
görülebilir. Çünkü birey, bilgiyi o güne kadar
kullandığı biçimde devam ettiremeyeceğinin farkına
varır.
Bu
husus, tasavvufta belirli bir mertebeye gelmiş olanın
seyri şeklinde anlatılır, tanımlanır. Zira yaşamın en
ileri safhasında bedenler bilinci değil, bilinç
bedenleri yönetecek bir sistemle var oluyor.
Geriye baktığım günlerde ‘bilgi-yaşam’
kavramlarını değerlendirirken, bilginin yaşama geçme
öyküsünün bu şekilde inşa edildiğine şahit oluyorum.
Sevgi ile kalın. Allah’a emanet olun.
Bu yazı Akşam gazetesinde 23.09.2007 tarihinde
yayınlanmıştır. |