Bilgiyi anlamak

Ahmet F. Yüksel
 

Bilmediklerimizi neden bilmek istemiyoruz, acaba küçümsüyor muyuz?

Bilemediklerimizi bilir gibi yapıp toplum içindeki saygınlığımızı mı yitirmek istemiyoruz?

Anlayamadığımız bir şey karşısında ne yapıyoruz?

Anlama isteğimiz ve tutkumuz ne düzeyde?

Bilgi karşısında pes edip “benden buraya kadar” dediğiniz oldu mu?

Bilgili olan ve bilgisizce yaşayan iki insan tanımış olsaydınız, hangisiyle iletişim kurmaya özen gösterirdiniz?

Anlamamak, yeterli kapasitenizin olmayışı (istidat ve kabiliyet) gücünüze gidiyor mu?

Üstü örtülenleri veya çarpıtılmaya çalışılanları bilginizle değerlendirip ortaya çıkarabilme konumunuz var mı?

Neden bilgi?

Yukarıda sorularla ortaya koymaya çalıştığım savların sonuçta giderek kişiliğimizin ayrılmaz bir parçası haline gelen bilgiyi anlamada ön ayak olacağını ümit ediyorum.

Kanımca, saptanması gereken en önemli husus, önce bilginin varlığına inanmak ve yapılacak işleri ona dayandırmaktır. Takdir edersiniz ki bilgisiz, cahil bir insan hiçbir işe kalkışamadığı gibi, toplumda da saygın bir yer edinemez. Olaylara, oluşumlara dışardan bakan, bilgisizliğin kafa karmaşası yarattığını biliyor. İç dünyasında fırtınalar estirebiliyor, düşüncelerde gelgitler oluşabiliyor.

İnsan, bilmediğini, anlamadığını mimikleriyle, tavrıyla ortaya koyar. Çağdışı ve geri konumuna düşer. Zırva tartışmaların kolaylıkla sonuca varması, bilgisizlikle daha da zorlaşır. Ciddi konular bilgisizlik kuşkuları taşısa da bulunduğumuz karmaşadan çıkışın yolu gene de bilgiyi anlamaktan geçiyor.

İşte bu noktada, bilimin varlığının kesintisiz işleyişi açısından ne kadar önemli olduğu bir kez daha ortaya çıkmakta. Sık sık sözü edilen istikrardan amaçlanan da budur.

Bunalımları atlatmanın yolu, bilginin olması ve işlemesi ile mümkün.

Ta ki bu gerçeği kavrayana değin…

Toplumsal yaşamda birbirlerini anlamayan bireylerin yakınlaşmaları veya uzaklaşmaları, zarar vermeyecek halde olmaları yine onunla oluşur, değer kazanır.

Keza, doğru ve yanlış da öyledir. Malumat sahibi, gerektiğinde en çetrefilli konuları, o konu hakkında bilgisi olmayan dostlarına, okurlarına, doğru, daha kolay ve anlaşılır bir şekilde yansıtmakla görevlidir. Kıyasıya eleştiren, bilgisine güvenmelidir. İyimser bir beklenti içinde olanlar yanılmamak, düş kırıklığına uğramamak için sahip olduklarını bir kez daha yoklamak durumundadırlar.

Bilgi, duygu çatışmalarına girmez. Duyarlılık ondan yanadır. Kişinin güvenilirlik ve gerçeklik sorunu yokmuş gibi yaşaması ve bazı temel prensipleri dikkâte almaması, acizliğini gösterir.

Bu bağlamda benim söyleyeceğim iki şey var: Birincisi bilgi, ikincisi samimiyettir. Aslında, her iki olgu da birbirini tamamlar. Çünkü, bilgi ve samimiyet olmadan hiçbir şey temele oturmaz.

Şüphe yok ki, insanlar, hatta ülkeler arasındaki ayrımlar sonuçta bir gereksinim. Bu ihtiyaç belirdiğinde birtakım ölçütler kullanarak bunu yapabiliyorsunuz. Çünkü tüm yapılar ve toplumlar, fıtrat gereği ayrımlara tabi olunmuş.  İşte bu karşılaştırmada kullanılan ölçütlerin en önemlisi ‘bilgi sahibi’ olmaktır. Çünkü bilgi sahibi olan; üretebilir, karşılaştırmalar yapabilir.

Bu nedenle Allah Rasulü Hz Muhammed (s.a.v): ‘Bilenle bilmeyen bir olur mu?’ demektedir.

Sevgi ile kalın Allah’a emanet olun.

 

 
 
İstanbul - 22.02.2007
sufizmveinsan@gmail.com
afyuksel@hotmail.com
sufafy@hotmail.com

http://sufizmveinsan.com