Bilmediklerimizi neden bilmek istemiyoruz, acaba
küçümsüyor muyuz?
Bilemediklerimizi bilir gibi yapıp toplum içindeki
saygınlığımızı mı yitirmek istemiyoruz?
Anlayamadığımız bir şey karşısında ne yapıyoruz?
Anlama isteğimiz ve tutkumuz ne düzeyde?
Bilgi karşısında pes edip “benden buraya kadar”
dediğiniz oldu mu?
Bilgili olan ve bilgisizce yaşayan iki insan tanımış
olsaydınız, hangisiyle iletişim kurmaya özen
gösterirdiniz?
Anlamamak, yeterli kapasitenizin olmayışı (istidat ve
kabiliyet) gücünüze gidiyor mu?
Üstü örtülenleri veya çarpıtılmaya çalışılanları
bilginizle değerlendirip ortaya çıkarabilme konumunuz
var mı?
Neden bilgi?
Yukarıda sorularla ortaya koymaya çalıştığım savların
sonuçta giderek kişiliğimizin ayrılmaz bir parçası
haline gelen bilgiyi anlamada ön ayak olacağını
ümit ediyorum.
Kanımca, saptanması gereken en önemli husus, önce
bilginin varlığına inanmak ve yapılacak işleri ona
dayandırmaktır. Takdir edersiniz ki bilgisiz, cahil bir
insan hiçbir işe kalkışamadığı gibi, toplumda da saygın
bir yer edinemez. Olaylara, oluşumlara dışardan bakan,
bilgisizliğin kafa karmaşası yarattığını biliyor. İç
dünyasında fırtınalar estirebiliyor, düşüncelerde
gelgitler oluşabiliyor.
İnsan, bilmediğini, anlamadığını mimikleriyle, tavrıyla
ortaya koyar. Çağdışı ve geri konumuna
düşer. Zırva tartışmaların kolaylıkla sonuca varması,
bilgisizlikle daha da zorlaşır. Ciddi konular
bilgisizlik kuşkuları taşısa da bulunduğumuz
karmaşadan çıkışın yolu gene de bilgiyi anlamaktan
geçiyor.
İşte bu noktada, bilimin varlığının kesintisiz
işleyişi açısından ne kadar önemli olduğu bir kez
daha ortaya çıkmakta. Sık sık sözü edilen istikrardan
amaçlanan da budur.
Bunalımları atlatmanın yolu, bilginin olması ve
işlemesi ile mümkün.
Ta ki bu gerçeği kavrayana değin…
Toplumsal yaşamda birbirlerini anlamayan bireylerin
yakınlaşmaları veya uzaklaşmaları, zarar vermeyecek
halde olmaları yine onunla oluşur, değer kazanır.
Keza, doğru ve yanlış da öyledir. Malumat sahibi,
gerektiğinde en çetrefilli konuları, o konu hakkında
bilgisi olmayan dostlarına, okurlarına, doğru, daha
kolay ve anlaşılır bir şekilde yansıtmakla görevlidir.
Kıyasıya eleştiren, bilgisine güvenmelidir. İyimser bir
beklenti içinde olanlar yanılmamak, düş kırıklığına
uğramamak için sahip olduklarını bir kez daha yoklamak
durumundadırlar.
Bilgi, duygu çatışmalarına girmez. Duyarlılık ondan
yanadır. Kişinin güvenilirlik ve gerçeklik sorunu
yokmuş gibi yaşaması ve bazı temel prensipleri dikkâte
almaması, acizliğini gösterir.
Bu bağlamda benim söyleyeceğim iki şey var: Birincisi
bilgi, ikincisi samimiyettir. Aslında, her iki
olgu da birbirini tamamlar. Çünkü, bilgi ve samimiyet
olmadan hiçbir şey temele oturmaz.
Şüphe yok ki, insanlar, hatta ülkeler arasındaki
ayrımlar sonuçta bir gereksinim. Bu ihtiyaç belirdiğinde
birtakım ölçütler kullanarak bunu yapabiliyorsunuz.
Çünkü tüm yapılar ve toplumlar, fıtrat gereği ayrımlara
tabi olunmuş. İşte bu karşılaştırmada kullanılan
ölçütlerin en önemlisi ‘bilgi sahibi’ olmaktır. Çünkü
bilgi sahibi olan; üretebilir, karşılaştırmalar
yapabilir.
Bu nedenle Allah Rasulü Hz Muhammed (s.a.v):
‘Bilenle bilmeyen bir olur mu?’ demektedir.
Sevgi ile kalın Allah’a emanet olun. |