Bilmekliğimi istedim.

    

      Ben gizli bir hazine idim. Bilinmekliğimi istedim âlemi, bilmekliğimi istedim Âdem’i meydana getirdim. (Kutsi Hadis)

     Allah, Âdem’i kendi sureti üzerine halk etti. (Hadis)

     Allah, Âdem’i Rahman’ın sureti üzerine halk etti ( Hadis)

     Allah, âlemlerden ganidir. (Ayet)

Dini-varoluş felsefesini anlatan, açıklamalardır bunlar. Şimdi, sırayla gerekli analizleri yapalım.

     Peşin söylemek zorunda kalırsak; yeni arayışlar içinde olmayan, panik halinde yaşarken, bedenin bitip tükenmek bilmeyen ihtiyaçlarını, arzularını karşılayıp meşrulaştıran, umursamaz vasıftaki bir insanın çözebileceği şeyler değildir bahsedeceğim hususlar. Değerlendirene kadar da kapalı kalır. “Bilinmekliğimi istedim…” derken, gizli hazine derken insana, beynin varlığına işaret ediliyor. Saklı, ertelenmiş bir geleceği, varoluş gayesini anlamaya davetiye var. Birey, bunu algılamaya başlayınca kendine özgü bir ilerleme sağlar.

     Bilmekliğini istediğinde tanrı olmadığının kabulü ile ilk adım atılmış, kısmen de olsa bir arınma süreci başlamış, bedensel dürtüler kontrol altına girmiştir. Evrensel düzeyde ele almak gerekirse, gerçek olan; “fark edilmeyi dilemiştir.” Bu dediklerimi hayalde değil, somut boyutlarda düşünmemiz gerekiyor. Onu değerlendirecek olan, yoktan var olan âdemdir, yani beynidir. Âdem, yok olarak meydana geldiğini anlamış ve aslını gerçeği bulma yoluna gitmiştir.

     Ve şu noktaya gelinmiştir: Varlığı -beyin yapısı- Allah’ın sureti üzerine halk olunmuştur insan. Kişi, belli bir kapasiteye ulaşmış, emaneti sahibine iade etmeye hazır hale gelmiştir. Emanet olunan bedendir.

     Şimdi bu hususların üzerinde biraz duralım. Şayet gerçeği biliyorsak, madde âlemi diye bir şey söz konusu değilse, gördüğümüz şekillerde kalıplaşmamışsak, evreni/makro boyutu, sonsuz sınırsız dalga yapısı ve bir frekans yumağı olarak beynimizde buluruz.

     Beyin dediğimiz şey, orijini itibariyle bir dalga okyanusudur. Dalga kümelenmeleri ise zerreleri oluşturur. Zerre, külle göre, mahiyet olarak küllün aynı olmasına karşın, çıkış/şekil/görüntü itibariyle, bir anlamda onun çıktısıdır. Çünkü belirginleşen/ayan olan bir hal almıştır. Bu bakış açısı daha ziyade “Allah’ın insanı kendi sureti üzerinde bilmesi ile ifade edilir.” Dalga boyları, müsavvire özelliği ile Hologramik görüntüleri sergiler. Görüntüler veri tabanındaki “data/bilgi” istikametinde seyredilir. Sen yaşamında, beden kaydında kalmadığından, olup biteni keyifle izlersin. Kızacağın hiçbir şey kalmaz. Bir şekilde yüzeysel düşünce ve kısırdöngülerden kurtulmuşsundur.

     Kafanda sen-ben kavgası da bulunmaz. Kaybetmek ve kazanmak senin için bir değer sayılmaz. Lehine ve aleyhine durumlar oluşmadığı gibi artık şahıslarla uğraşmaz, yorumda bulunmaz, çıkarlarını düşünmezsin. Anlamsız kavgalar yüzünden çektiğin sıkıntılar sona ermiştir. Sürekli değişim içinde olursun.

     Burada şekil bulunduğu içindir ki, söz konusu Holistik konumu, kuant boyutunun tabanıdır diye tanımlamak mümkün. Şurayı vurgulamakta yarar var: Hologram boyutu bir geçittir. İnsanı gerçeğe yönlendirir, ancak orijin değildir.

     Allah’ın Âdem’i, Rahman’ın suretinde meydana getirmesi, bahsini ettiğimiz genellemeden çıkıp, yokluk düşüncesini dahi bir kenara bırakarak, “varlığın aslının kuantum potansiyel olması, madde âlemi diye bir şeyin kesinlikle düşünülmediği aşamasına/yaşamına varılmasıdır.” Bu boyutta Esma-i İlahiye’de geçen isimlerin manaları, yine çıkış halindedir. Ancak tamamı -külli şekilde- beyinde mevcuttur. Rahmanın kulları bunu fark eder. Esasen “Beyin” tabirini dahi burada mecazen kullanmaktayız. Dalga okyanusu desek daha gerçekçi olur.

     Nitekim, Kur’an bahsedilen konuyu şöyle özetler: “İnsan’ın, Zatı itibarıyla kendini tanıyışı da Rahmâniyet’le ilgilidir. Bu nedenle “RAHMÂN’A” secdeyi müşrikler algılayamamıştır. “Onlara: ‘Rahman’a secde edin (Esmâ hakikatiniz indîndeki ‘yok’luğunuzu hissedin) denildiğinde: ‘Rahman da nedir? Bize emrettiğine secde eder miyiz hiç?’ dediler”.( Üstad Ahmed Hulûsi-Kur’an Çözümünden) Furkan suresi:60.ayet

     Allah’ın âlemlerden gani olmasına gelince; bu yaklaşım iki aşamalı kabullenilmeli. Önce bilgi yüklü dalga boylarının sonsuz olduğunu, beynin, açığa çıkan zerre ile kayıtlanmaması gerektiği algılanmalı. Çünkü sonsuz zerreler vardır. Allah’ın âlemlerden gani oluşunun bir yönü özetlemek gerekirse “zerre ile kayıtlanmamasıdır.”

     İkinci önemli nokta ise mananın dahi kökenine inilmesidir. Bu safha, algılayanı ayrı, salt bir noktaya taşır. İlahi isimler arasında geçen, Samed ve Ehad kavramları ile bu aşama yakalanır. Bu isimler “kuantum” potansiyelde adı geçerken, esma ile alakası olmayacak bir halde zati boyuta işaret eder. Zatiyyun’ların hali böyledir.

     Şayet siz, isimlerin işaret ettiği manayı algılayıp tanıyamıyorsanız, bu takdirde nokta boyutu hakkında bir bilgi sahibi olmaktan da mahrum kalırsınız. Ne var ki zatta bu isimlere yer yoktur. Esma-ı ilahiyenin varlığı kendi bulunduğu boyutu ve Holistik evreni nasıl tarif ediyorsa, İsmi Allah olanın zatını da tanımlıyor, Bunlar Ehad ve Samed sözcükleridir. Ancak onların işi burada biter. Bu ne demektir? İsimler ve sıfatlarla Zat’a ilhak olamaz. Bir paradigma ile bu konumu izah etmek mümkün. Siz balı istediğiniz kadar inceleyip onun hakkında konuşabilirsiniz, ama tadana kadar, balı bilemezsiniz.

     Onu tattıktan sonradır ki ismi sizin için bir önem taşımaz. Artık o “bal” kavramına bağlı olamazsınız. Aynı şekilde yaşamınız boyunca ismi Allah olan hakkında (esma düzeyi itibariyle) konuşabilir, bir anlamda kuantum boyutu için Allah tabirini kullanabilirsiniz, ancak zatı hakkında fikir yürütmeniz imkânsızdır. Bu konuda Allah Rasulü’nün (s.a.v) zat ile ilgili ifade ettiği bilgileri dikkate almanız gerekir.

     Samed, Allah ismi ile işaret edileni zati boyut itibariye, saf/som anlamında yorumlarken, “ehad” biraz daha ileri gider, tam bir bilinmezlik şekliyle açıklar. Önemli olan, Allah’ın âlemlerden, yani madde âlemi olarak kabul ettiğimiz nesnel görüntüleri oluşturan esma manalarının ve bu anlamların dahi anılmadığı hiçlik ve ehad noktaları itibariyle âlemlerden gani oluşunun bilinmesidir.  

     Bu arada sıkça geçen bir notu düşmeliyim. Kur’an, teşbih ve tenzih anlayışından bahseder. Tenzih, külli anlayışa yani beyinde açığa çıkmayan manalara, teşbih ise açığa çıkan manaların görünen kısmına işarettir. Bu açıklama benim görüşüm olup, bildiğiniz klasik anlamdaki yaklaşımdan farklıdır.

Bir büyüğün sözü ile anlatılanlara bir kez daha açıklık getirelim. “Seni idrak edemeyeceğimi idrak ettim.”

     Bildiğiniz bu kelâm, Ebubekir Hazretleri’ne ait. Dikkat edin, burada hem mana/sonsuzluk, hem de hiçlik/ehad yönü ile Allah’ın “Gani” oluşuna dikkat çekiliyor.

     Sevgili dostlar! Bu yazımda birbiri ile yakından ilintili kutsi hadis, hadis ve bir ayet hakkında size bilgi verdim. Kanaatimi belirttim. İlminden faydalandığım zat malum. İsmini burada zikretmenin gereğini görmüyorum. Anlaşılması zor bir yazı oldu. Yazı metninde her ne kadar sürçü lisan ettiysek affola. Allah’a emanet olun diyorum.

Arkadaşına gönder 

 

 

Paylaş

     
 
İstanbul - 26.10.2011
sufizmveinsan@gmail.com
sufafy@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com