Bir başına kalabilmek
Ahmet F. Yüksel
 

İki türlü yalnızlık vardır. İlki, sizin herkesi dışladığınız, ya da herkesin sizi dışladığı bir yalnızlık. İkincisi, toplum içinde bir başına yaşama durumunu arzu ettiğinizi anlatan bir yalnızlık.  

Psikanalist Winnicott “Kendi başına olma kapasitesi” başlığıyla uzun yıllar önce yaptığı bir söyleşisinde, daha çok maddi anlamda olan türüne  değinerek yalnızlık konusunu şöyle ele almıştır: “Bir bebek, doğumdan itibaren annesinin desteğini alır ve güven dolu ilişkiyi içine atarak onun desteğini kendi doğasına yerleşmiş bir kuvvet haline sokar. Sonraki yaşlarda kişi, edindiği bu kuvvetle yalnız kalabilme gücünü yükseltir. Çünkü onun annesi ötekilerden farklı olarak turşuya girmiş tuz gibi ruhunda yer almaktadır.”

Maddi anlamda dahi olsa, terkibi yapısına karşın birilerinin, etrafın çokluğuna aldırış etmeden dimdik ayakta durduğuna, zamanla insanların asabiyetini bozan veya hayran bırakan duruşlar sergilediğine tanık oluyoruz.

Tehlikeli sayılabilecek yegâne durum; yaşlılık sürelerindeki hazin ölümleridir. Zaafı budur. Çünkü karşılaştığımız olaylar bu izlenimi veriyor…

Benim asıl merakım, zorunlu olarak bir başına kalanlarla ilgili değil, ikinci tür yalnızlık ile alâkalı. Niyetim, onu detaylandırabilmek, gücüm yettiğince anlatabilmek. Halkın arasında yalnız olanlara, bunu yaşayan insanlara ilgi duymaktayım.

Özgüveni yücelten, insanı şaşkına çeviren bu tavırlarla yaşayan az sayıda insan tanırım.

Gördüğüm, bildiğim kadarı ile reddedilmeye, itilip kakılmaya o kadar alışmışlar bu durumu öylesine kanıksamışlar ki ‘başkasına’ muhtaç olmadan yaşamayı öğrenmiş, benimsemişlerdir.

Normalin aksine, her an her şeye hazır şekilde ve bu bilinç ile yaşarlar. İnsanlarla derinlemesine dostluk kurmayı –anlaşılamayacakları düşüncesiyle- istemezler.

Düşkünlükte ve yükselişte müzminleşme koşullarına tabi olarak yaşamaları, kendilerini tabir yerindeyse, kayış gibi yapar. Dolayısıyla “yalnızlık korkusu” diye bir şey duymazlar.

En önemlisi, bir başına yaşamalarına karşın utanma denilen duygudan yoksundurlar. Beşeri dünyaları sona ermiş, tabiatını kontrol altına almayı başarabilmişlerdir. Bu duygu bütün duygularının üstesinden gelmiş, en sonunda kendi nesnel benliklerini de yok etmesini bilmişlerdir.

Her zaman ‘açlığı’ hisseden insanlardır. Kast edilen, manevi açlıktır. Yoksa yalvar yakar olan bir dilencinin önüne metelik atılması misali değildir.

Bir başına kalmak-yalnız olmak- sert bir vasfın, üst düzey bir yaşamın habercisidir. Müdavimler hatırlayacaklardır, mistisizmde bu yol gösterici insanlar, “garip”  adını alırlar.

Bu nitelik zata en yakın özelliklerden biri, hatta ilkidir. Bireysel çoğalmanın, gücü zayıflatırken, bir başına yaşayanı güçlendirmesi çok enteresandır.

Kimileri için tehlike arz ettiğini düşündüğümüz bu hissin/kavramın “korkudan kaynaklandığını” söylemek mümkün.

Ancak, işin aslını bilenler farklı düşünüyor. İş bu nedenledir ki bu korku, aklın bir örtüsü gibi sırıtıp duruyor.

 

 

 
 
İstanbul - 16.10.2008
sufizmveinsan@gmail.com
sufafy@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com