Biz neler yapıyoruz!
Ahmed F. Yüksel
 

Her ne kadar gözümüz noktada, yani esma boyutunda ise de çoğu zaman toplumsal yaşamın sorunları ile uğraşmaktan bir türlü vazgeçemiyoruz. Kimi zaman grup olarak eleştiride bulunmakta, “başlarına herhangi bir durum gelse acaba ne yaparlar?” diye tartışmaktayız.

Ancak, “biz yaşasak acaba ne durumda kalırız?” sorusunu kendimize de yönlendirmeliyiz.

Doğrusu; böylesi bir karşılaştırmada eleştiri oklarını iyi saptamak, hatta sınırlamak gerekir.

Bu tutum, ders alabilmek açısından oldukça yararlı olur.

Zira, her ne kadar başlangıçta kulağa hoş gelen “varlık tek bir bütün” ilkesi ise de zaman içinde etkisi söndüğünden, efale geri dönüş pekâlâ mümkün olur. Yani insanın kendisini kesret âleminin şartlarına kaptırması işten bile değil. Haliyle, boş vermemiz söz konusu olamaz.

Önemli olan, teklik yaşamı ile birlikte, bahsini ettiğimiz nedenlerin iyiden iyiye etüt edilmesi, tabiri caizse “ayakaltındaki muz kabuğuna basmadan” dik bir duruşun sergilenmesidir.

“Dik duruş” sözüyle neyi ifade ettiğimi herhalde, anlıyorsunuzdur.

Kaymamayı kast ediyorum!

Şurası muhakkak ki dengeli gruplar, her koşula göre, çıkar gözetmeksizin hareket ederler. Ancak kimileri vardır, iyiliği bir hastalık haline getirmişlerdir. Çok zor zamanlarında dahi bu yardımsever hallerini devreye sokmak isterler.

Her ne kadar makul bir iş gibi görünse de bu tiplerin insansı bir dengeyi/grubu oluşturduklarını hesaba katmak zorundayız.

Kafalarını yanlış şeyler ve kötü emeller için kullanmaya sarf etmeseler de, aşırıya kaçan yapay-pozitif durumları, kendilerinin birey olarak kalmalarına vesile olur.

Dolayısıyla, evrensel değerlere uzanmaları pek mümkün görünmez. Çünkü “ileriye dönük değişken fikirlerinin” olmamasına neden teşkil eden, tutkuları ile yaşama zorunlulukları vardır.

Kimilerinin iç dünyalarında ise her şekle bürünme fikri bulunur. Diğer gruplardan farkları, hayata daha kolay bakma özelliğine sahip olmalarıdır. Onlar aktif halleri, toplumsal üstünlüğü sağlayan meziyetleri, sakin yaşamları ile hemen herkese örnek olurlar.

Bazıları da her türlü etkinliğini yitirip “elden ayaktan çekilme” anlayışı ile pasif bir yaşamı tercih ederler. Bu koşullar, “kendini bir beden kabulünün” neticesinde ortaya çıkar. Ve bir başına kalmaya adapte olduklarını gösterir.

Hayal dünyaları zengin olan öyleleri vardır ki, onlar sıkça değişimi sever halde bir yaşamı tercih ederler. Zaafları çoktur.

Dikkât çekici nokta; dışa açık değişken fikirlerinin abartıya varmasıdır. Kafalarındakini gerçekleştirmek üzere aktif hale getirmeleri, affedilemez konumları yaşatabilir. Sonuçta zararlı çıkacak olan kendileridir.

Bir de “kendini ifade edemeyenler” var ki; bu sınıfın işi gerçekten çok zordur. Toplumlar arası kabul görmeyen bir kalabalık durumunda kalırlar.

Farklı topluluklarla ilgili daha birçok örnek var. Ama bu kadarı bile herhalde, epey bilgi vermiştir.

Gelelim kendini iyi sayan toplumun hallerine. Onlar da her şeyi iyi yapayım derken, bazen yanlış yapar. Bu ellerinde olan bir neden değildir, bir hükümdür.

”Şayet günah işlemeyen kavimler olsaydı, onları zorla günaha sokar, sonra tövbe ettirirdik” şeklindeki kutsi hadis, anlatılanların delilidir.

Demek ki insanoğlu artıyı ve eksiyi içinde barındırmış halde yaşıyor.

Gündelik hayatımızda, “yakın gördüğümüz toplum veya karşı toplum” derken, bütün bu hususları dikkâte almak zorunluluğu mevzubahistir. Kimilerinin kendini Zeytinyağı misali üstte olduğunu kabullenmesi, herhalde affedilemez bir hata olacaktır.

Ancak bir gerçek var ki, “iyilerin çoğunlukta olduğu bir sınıfın hata yapma oranı, diğerlerine” göre daha azdır.

Bu şıkkı unutmamak, kabullenmek gerekiyor.

Zira sürünüp felaketleri yaşayan bir toplumun ferdi olmayı kimse istemez.

 

 

 
 
İstanbul - 22.03.2009
sufizmveinsan@gmail.com
sufafy@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com