Böbürlenen insan, "duygusal benlikle" hareket eder. Temelde eğitimsiz olup kaygıları aşacak bir akla sahip değildir. Bu hali, kendini tanımamaktan kaynaklanır. Yenilenmeye, değişime engel bir etmen olduğunun kanıtıdır.
Şayet fark edebilirse, beynini parazit içinde bırakan bu türlü anlamsızlıklardan kurtulmanın yollarını arar.
Ama inat edip burnundan kıl aldırmıyorsa, kirlenmekle, batağa bulaşmakla kalmayıp, “varoluş felsefesini inkâr eder” niçin yaratıldığını bilmekten mahrum kalır.
Evreni algılayan; manevi köprüleri sağlam tutarak, tüme varışı ve sistemi idrak eder, üzerini kaplayan kurumuş kabuğu çıtırtılarla kırar.
Esasen başka türlüsü de mümkün olamaz.
Düşünsenize, sürekli değişen bir insan profili var karşınızda; arınıyor, değişiyor, beşeri değerlerden sıyrılmak istiyor.
Algılaması ile birlikte, kimyası dahi değişiyor, her şeyi, bakış açısı farklılaşıyor, iletişimini bu esaslar üzerine kuruyor.
Dünü, bahsini ettiğimiz faaliyetlerle genişletiyor, çeşitlendiriyor ve çoğaltıyor. Bu aktivitesi doğal olarak huylarına da tesir ediyor. Ama gururlanmıyor, böbürlenmiyor, kimseye tepeden bakmayı düşünmüyor. Küçük dağları "ben yarattım" demiyor. Hayal kırıklığına sebebiyet vermiyor.
Bu somut gelişmelerle kalıplarını zorluyor. O nedenle içinde büyüdüğü “kalın ve sert” kabuğa –bedenine- artık sığmıyor ve büyük bir gelişme ve değişim içinde hareket sağlıyor.
Haliyle, amaca ulaşıyor.
Bireyin yapamadıklarının ve yapabildiklerine baktığımızda bir de bu pozitif durumları görüyoruz mesela.
Daha açık tarif edeyim; sizden bir şeyler gittiğinde, bir şeyler gelecektir. Mutlaka değişiklikler olacaktır.
Haliyle eskiye, alışkanlıklarına ait ne varsa, arkada kalır, düz mantıkla mecazlarla bakış, tümden biter, yerini bilimsellik alır.
İnsanlar her an, her şeye, özellikle ölüme hazır olur.
Şayet arınmayı meydana getirecek bir katkı olmazsa, "ilahi güzelliklerin zuhur etmesi" imkânsızlaşır. Tabi bütün bunlar lafla olmaz. Korkudan sıyrılarak, duyguların üstüne gidilerek gerçekleşir. Şayet bilgi düzeyinde tesis edilen bir oturmuşluk, yaşama dönüşmezse her şey eskiye döner ve kişi, bu şekilde hayata devam etmeye mecbur kalır.
Dolayısıyla insanoğlu, "duygusal benliğini/otonom sinir sistemini" kontrol etmeli, her isteğine kulak vermemelidir.
Özetlemek gerekirse; bir taraftan bilişimsel gelişmeleri gözlemlerken, tepkilerini kontrol etmeli, kendini yenileyerek, önceden kendisinden duymadığımız sözleri ve görmediğimiz hareketleri yapabilmeli.
Bu arada anlamsız çıkışlar yapmamalı, her kalıba uymalı, her frekansla uyum sağlayabilmeli, bunları yaparken hiç zorluk çekmemeli, kendine paye vermeyi düşünmemeli, hatta aklının ucuna dahi getirmemeli.
Diğer yandan sıradan bir kişinin; Kendi’ni tanımaya, Ben'ini anlamaya talip olanın önerilerini ciddiye alması, karşı çıkıyorsa, bu karşı çıkışlarını, “böbürlenerek, aşağılayarak” değil, makul sebeplere dayandırarak, bir mantık çerçevesi içinde anlatması gerekir.
Eğer birey, anlatılan şekilde çizgisini sürdürürse hiç kuşku yok ki, vurgulanmak istenen konumu anlamış, üzerine almış biri olarak mütalaa edilir ve hangi amaçla olursa olsun, yapacağı önermeleri kabul görür. Böyle bir gelişme yararına olur.
Ama “eski” model davranışları tekrarlar, bir bakıma gurur ve kibir içinde yaşamaya devam ederse, yapılacak bir şey olmadığı gibi, söylenecek söz de kalmaz.
Artık kendi “sınırlarını” keyfince çizmiş, beynini bloke etmiştir.
Zira bu duygular, birimliliği/bedenselliği izlemeyi kolaylaştırır, içte ve dışta her an bir çatışma yaşatır.
Her şey başa döner.
Bu sayede, mahkûmiyet anlayışıyla, ama kendini yükseklerde görmeyi ihmal etmeden hayatını sürdürür.
|