Daha önce
seyredememiştim, ama Boleyn Kızı’na MovieMax
ekranında rastladım. Filmi biraz da "hayret ve
ibretle" izlemeye koyuldum.Özetleyecek olursam:
Bir aile, mevki
sağlamak için kızlarını İngiltere Kralı'na peşkeş
çeker. Kızlardan en küçüğü ve yeni evli olan Mary
Boleyn, Kral VIII. Henry'nin ilgisini çeker.
Kral, Mary ile birlikte olmak ister ve onu saraya davet
eder. Annesi karşı çıksa da amca, baba ve kocası bu
ahlaksız teklife razıdır. Ve VIII. Henry, kendisine
erkek evlat veremeyen ana kraliçenin gözleri önünde
Mary’i hamile bırakır.
Bu filmin
kahramanı abla Anne Boleyn, muhtemelen İngiliz
tarihinin en etkili kadınlarının başında geliyordu.
Ancak bu kadar etkili olabilmesinin ardında, önüne çıkan
herkesi, akrabalarını dahi bir kalemde acımasızca
silebilmesi vardı. Ezip geçtiği kişilerden biri de, kız
kardeşi Mary Boleyn'di. Anne Boleyn,
kendisi yerine yeni evli olan kızkardeşinin tercih
edilmesini hazmedememiş ve bunu Mary’nin kasıtlı
yaptığını düşünmüştür. Mary, aslında mülayim ve
yumuşak kalpli biridir. Tek arzusu, kocasıyla
gösterişten uzak, saray dışında bir yaşam sürmektir. Ne
var ki ailesinin, kocasının ve kralın isteğine
boyun eğmek zorunda kalmıştır.
Bu olaydan sonra
Anne Boleyn, kraldan umudunu kestiği için, bir
başka soylunun yatağına girmeyi de ihmal etmez.
Fakat Mary,
kardeşinin Kraldan zarar görmemesi için bu durumu
kimse duymadan ailesine anlatır. Anne hemen
Fransa kralının sarayına gönderilir, olay örtbas
edilir. Anne de Mary’nin bunu kendisinden
kurtulmak için yaptığı inancındadır.
Mary,
hamileliğin
sonuna yaklaştığında ablası Anne Fransa’dan
dönmüştür. Kardeşine olan kini ve hırsını ortaya koyarak,
intikam almak için kralın gönlünü çelip ona erkek evlat
vermeyi vaat eder. Bunun karşılığında Kraldan
isteklerini yerine getirmesini ister. Kral öylesine
etkilenmiştir ki Mary’nin erkek çocuğu (George)
doğurması dahi önemini yitirmiştir. Sonuçta Kral,
Anne’nin etkisiyle kendi evladının evlilik dışı
olduğunu söyleyip Mary ve yeni doğmuş çocuğu
George’u saraydan attırmıştır. Hatta Anne,
olayı daha ileri götürerek Krala kız evladı veren
Ana Kraliçe’den dahi kurtulmak için olmadık
yollara başvurmuştur. Amacı, Sarayda tek olup
kaybetmeyeceği bir mevkiye sahip olmaktır.
Fakat, Kral
Henry’den
hamile kalan Anne, vaat ettiği gibi erkek çocuk
veremez ve bir kız evlatları olur (Elizabeth ).
Sonrasında tekrar erkek çocuk yapma niyetiyle hamile
kalır, fakat işler planladığı gibi gitmeyip çocuğunu
düşürür. Bunu gizli tutan Anne, içine düştüğü çaresizlik
ve hırsla Krala verdiği erkek evlat sözünü yerine
getirmek için bu kez –dikkâtinizi çekerim- öz kardeşiyle
yatağa girmeyi bile göze alır.
Erkek kardeş
bütün ısrarlara rağmen kız kardeşi ile beraber olmayı
kabul etmez. Ancak dedikodular sonucu, suçsuz da olsa
idamdan kurtulamaz.
Şunu söylemek
gerekirse aslında son gülen de, iktidar hırsının etkisi
altında ağabeyiyle yatacak kadar ileri giden Anne
Boleyn değil, ondan çok daha cesur davranarak
sonrasında bir hizmetçiyle evlenen Mary Boleyn
olmuştur…
Filmin geri
kalan kısmını ve detaylarını yazmıyorum. Umarım
seyredersiniz ve hırsın insanı nerelere götürdüğüne
tanık olursunuz.
Bu arada yeri
gelmişken insanın içini kaldıran bir başka olaydan
bahsetmek istiyorum.
Anlatılacak gibi
değil, ne var ki mecburum.
Sabah gazetesi
eki günaydın yazarı Yüksel Altuğ’un ağzından
dinleyelim.
“…atv'de
Müge Anlı'nın sunduğu Tatlı Sert'i izlemeye
koyuldum. Adam, nikahlı karısının başka biriyle zorla
evlendirilmeye çalışıldığını söylüyor ve aşiret kararına
isyan ediyordu. Ama daha sonra programa telefonla
bağlanan bir akraba, adamın evinde başka bir karısı
olduğunu iddia etti. Adam, önce amcasının torunuyla
evlenmiş, onu hamile bıraktıktan altı ay sonra kolundan
tutup ailesinin kapısına bırakmış, daha sonra amcasının
kızını eş olarak almış, aynı eve getirmiş. Bu arada
adamın kız kardeşlerinin, hamile kadına eziyet ettiği de
öne sürülüyor. Adam, en sonunda "Bizde böyledir.
Benim babamın üç evi vardı" dedi. Hatta nikahlı
karısı ile şu anda beraber olduğu adamı gidip
vurabileceğini söyledi. Konuşmalar ilerledikçe iş iyice
içinden çıkılmaz bir hale geldi…”
Şimdi
düşünüyorum da Boleyn kızlarının öyküsü abartılı
tarihi hikayelerin veya gerçeklerin sinema perdesine
yansıması olabilir, ama atv’ de yayımlanan bu
program çok açık ve net şekilde yaşananları ortaya
koyuyor.
Bu ve benzeri
konuları izledikçe Boleyn Kızı'nda geçen
başdöndürücü olaylar gayet tabi hale geliyor. Ve insan
hiç şaşırmıyor. Bir aşirette yaşanan serüvenler ise,
hangi devirde yaşadığımızı dahi unutturacak cinsten.
Esas değinmem,
konuyu bağlamam gereken bir husus var: Böylesine
karmakarışık sosyal ilişkiler gün gibi ortada iken,
toplumsal yaşamda durmadan ‘irtica’ diye tempo
tutmak ve bazı gerçekleri es geçmek, bana pek mantıki
bir yaklaşım gibi görünmüyor.
Herhalde benim
bakış açım kıt diye düşünüyorum.
Başka ne
diyebilirim ki! |