Var oluş felsefesine uygun yaşamanın iki temel hedefi
var:
Birincisi, beşeriyetin iktiza ettiği şartlardan bir an
önce kurtulmak. İkincisi,
vurdumduymazlığın/adamsendeciliğin açtığı yaraları
sarmak, yaptığı yıkımları tez elden gidermek. Dini
yeniden yapılandırmanın yolunu, önümüzü açanları takip
etmek. Bilinçli bir şekilde, değişik yorumlara açık
olmak.
Zira, klasik İslam anlayışı bugüne kadar sürdürdüğü
felsefe ile, İslam’ı ve onun gerçek değerlerini yıkmak
adına sunduğu ‘katı dinci modeli’ daha açık bir
deyişle, kabukta kalan yaşam biçimini adeta bir
karabasan gibi toplumların üstüne getirmek için elinden
geleni yaptı.
Tek
tutanağı olan, tanrı eksenli ‘korkuya’ dayalı
anlayışlarla bireyi körletici, zayıflatıcı,
yörüngesinden saptırıcı, değişik uygulamaları devreye
soktu. Ne var ki bu koşullar, insanlardaki güven
duygusunu zedelediği gibi, gücünün heder olmasına da yol
açtı.
Örneğin, İslam’ı salt başörtüsüne indirgeyerek söz
konusu kavramın içinin boşaltılmasına neden olundu.
Söylediklerim, başörtüsünü kınama anlamına gelmez. Haşa!
Ama koskoca bir din yani sistem de sadece
başörtüsü demek değildir. Bunu dillendirmek istiyorum.
Böylesine yaklaşımlar tarih boyu sürüp gitti demek
mümkün. Bugün de benzer eğilimlerin güçlü olduğu
söylenebilir. Ama sonuç, ilim/din adına tam bir
fiyaskodur. Bunun daha değişik örnekleri günümüzde
mevcut. Geride kalanları ise hafızalarda hâlâ sıcak bir
şekilde yerini koruyor.
Artık istesek de, istemesek de, bütün bu katı
tutumlardan kurtulmak, inanan insanları öz değerlerine
kavuşturmak, yenileme hareketini sürdürmek, değer
yargılarını gözetmeksizin bir projede birleşmek,
bilimsel, aydınlatıcı kazanımları yaşam biçimine
dönüştürecek uygulamaları, yeni yüzleri kabullenmek
gerekiyor.
Bu açıdan bakıldığında yeni bir dönemin başladığını
söylemek yanlış olmaz.
Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Toplum
öncelikle eski, köhne, kalıplaşmış akıl hocalarını
bırakıp kendisi karar verecektir.
Bunun için bizler bir duruş sergilemeliyiz. Ayağımıza
pranga gibi vurulan şartlar zincirini söküp atacağız.
Hazıra konucu değil, üretken olma zamanında, ‘AN’
ındayız.
Katı
bir saplantı haline gelen, giderek yanlış üstüne yanlış
yapan tutum sahipleri kendilerine değil, yenilenmenin ne
dediğine bakıp algılama zahmetine girselerdi ‘bu
uyarılara’ gerek bile kalmazdı.
Alışılmış çerçevelerin dışına çıksalar,
alışkanlıklarından kurtulup geniş, ufuk açıcı yorumlara
yönelseler ne iyi olurdu!
Değerli okurlar!...
Zaman zaman insanoğlu yanılır, kandırılır, yenilik adına
uyutulur. Geride kalmış yaşantılar düşe dönüştürülmek
istenir. Bütün bunlar bilerek veya bilmeyerek yapılır.
Ayrıca, bu her insanın başına gelebilir.
Ama
şunu hiç unutmayın: “İnsanın benliğinden bazı bilgileri
silemeyiz” diyenler yalnız bugün değil, geçmişte de
vardı. Bu tür olaylar geçmişte de yaşandı. Onlar her
yeniliğe karşı çıktılar.
Ne
var ki, toplumu bu şekilde yanlış koşullandırmanın
sonucunda insanların yapacağı fikir savaşının bir an
bile durmayacağı gün gibi ortada.
Bizler ne olursa olsun bilimin ışığında dini
algılayanların gerçekleştirdiklerini, ne demek
istediklerini tartışmalı, hatta yapıcı biçimde
eleştirmeli, ama her yeniliği algılamaya çalışmalıyız.
Bu arayışı önemseyip ciddiye alsak fena olmayacak. Çünkü
bu bir fantezi değildir.
Yeter ki bu ateş sönmesin diyorum.
Sevgi ile kalın. Allah’a emanet olun.
Bu yazı Akşam gazetesinde 24.09.2007 tarihinde
yayınlanmıştır. |