Bu Ateş Hiç Sönmesin
 
Ahmet F. Yüksel
 

Var oluş felsefesine uygun yaşamanın iki temel hedefi var:

Birincisi, beşeriyetin iktiza ettiği şartlardan bir an önce kurtulmak. İkincisi, vurdumduymazlığın/adamsendeciliğin açtığı yaraları sarmak, yaptığı yıkımları tez elden gidermek. Dini yeniden yapılandırmanın yolunu, önümüzü açanları takip etmek. Bilinçli bir şekilde, değişik yorumlara açık olmak.

Zira, klasik İslam anlayışı bugüne kadar sürdürdüğü felsefe ile, İslam’ı ve onun gerçek değerlerini yıkmak adına sunduğu ‘katı dinci modeli’ daha açık bir deyişle, kabukta kalan yaşam biçimini adeta bir karabasan gibi toplumların üstüne getirmek için elinden geleni yaptı.

Tek tutanağı olan, tanrı eksenli ‘korkuya’ dayalı anlayışlarla bireyi körletici, zayıflatıcı, yörüngesinden saptırıcı, değişik uygulamaları devreye soktu. Ne var ki bu koşullar, insanlardaki güven duygusunu zedelediği gibi, gücünün heder olmasına da yol açtı.

Örneğin,  İslam’ı salt başörtüsüne indirgeyerek söz konusu kavramın içinin boşaltılmasına neden olundu. Söylediklerim, başörtüsünü kınama anlamına gelmez. Haşa! Ama koskoca bir din yani sistem de sadece başörtüsü demek değildir. Bunu dillendirmek istiyorum.

Böylesine yaklaşımlar tarih boyu sürüp gitti demek mümkün. Bugün de benzer eğilimlerin güçlü olduğu söylenebilir. Ama sonuç, ilim/din adına tam bir fiyaskodur. Bunun daha değişik örnekleri günümüzde mevcut. Geride kalanları ise hafızalarda hâlâ sıcak bir şekilde yerini koruyor.

Artık istesek de, istemesek de, bütün bu katı tutumlardan kurtulmak, inanan insanları öz değerlerine kavuşturmak, yenileme hareketini sürdürmek, değer yargılarını gözetmeksizin bir projede birleşmek, bilimsel, aydınlatıcı kazanımları yaşam biçimine dönüştürecek uygulamaları, yeni yüzleri  kabullenmek gerekiyor.

Bu açıdan bakıldığında yeni bir dönemin başladığını söylemek yanlış olmaz.

Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Toplum öncelikle eski, köhne, kalıplaşmış akıl hocalarını bırakıp kendisi karar verecektir.

Bunun için bizler bir duruş sergilemeliyiz. Ayağımıza pranga gibi vurulan şartlar zincirini söküp atacağız. Hazıra konucu değil, üretken olma zamanında, ‘AN’ ındayız.

Katı bir saplantı haline gelen, giderek yanlış üstüne yanlış yapan tutum sahipleri kendilerine değil, yenilenmenin ne dediğine bakıp algılama zahmetine girselerdi ‘bu uyarılara’ gerek bile kalmazdı.

Alışılmış çerçevelerin dışına çıksalar, alışkanlıklarından kurtulup geniş, ufuk açıcı yorumlara yönelseler ne iyi olurdu!

Değerli okurlar!...

Zaman zaman insanoğlu yanılır, kandırılır, yenilik adına uyutulur. Geride kalmış yaşantılar düşe dönüştürülmek istenir. Bütün bunlar bilerek veya bilmeyerek yapılır. Ayrıca, bu her insanın başına gelebilir.

Ama şunu hiç unutmayın: “İnsanın benliğinden bazı bilgileri silemeyiz” diyenler yalnız bugün değil, geçmişte de vardı. Bu tür olaylar geçmişte de yaşandı. Onlar her yeniliğe karşı çıktılar.

Ne var ki, toplumu bu şekilde yanlış koşullandırmanın sonucunda insanların yapacağı fikir savaşının bir an bile durmayacağı gün gibi ortada.

Bizler ne olursa olsun bilimin ışığında dini algılayanların gerçekleştirdiklerini, ne demek istediklerini tartışmalı, hatta yapıcı biçimde eleştirmeli, ama her yeniliği algılamaya çalışmalıyız.

Bu arayışı önemseyip ciddiye alsak fena olmayacak. Çünkü bu bir fantezi değildir.

Yeter ki bu ateş sönmesin diyorum.

Sevgi ile kalın. Allah’a emanet olun.

 

Bu yazı Akşam gazetesinde 24.09.2007 tarihinde yayınlanmıştır.

 

 

 
 
İstanbul - 24.09.2007
sufizmveinsan@gmail.com
sufafy@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com