Mistisizm insan için çok değerli bir varlık diyedursun, bireyler yine de çok basit şeylerle, tuhaf sayılabilecek tartışmalarla yaşamlarını zehir ederken, kendilerini âdeta aptallaştırıyor.
Çünkü öğrenmekle sorumlu oldukları şeyleri, insan olduklarını hatırlamayıp başkalarının yaşamlarına karışmayı, baskı yapmayı, şiddete başvurmayı “burada adet böyle!” demeyi bir hüner sayabiliyor.
Bu mantığa göre kendilerini prestij sahibi yapacak gösterilere girmekten kaçınmıyorlar.
Ne var ki fuzulî zıtlaşmanın getirdiği ortamlar, kimseye bir fayda sağlamıyor. Şayet,bu eksik-noksanlık gibi düşünülen hallerin derinliğine inilmiyorsa, birbirine ters gibi görünen şartların gerçekte bir hikmete dayanması da anlaşılamıyor.
Anlayacağınız, sadece dışa dönük bir yaşam, insanı çıkmaz sokağa sokuyor. Etrafımıza baktığımızda bunun somut örneklerini görebiliyoruz.
Zira tartışmaların her kesime sıçradığını, sonuçta bunalımlara neden olduğuna tanık oluyoruz.
Sadece ilişkileri soyut eşitlik temelinde kimseler ve buna kafa yoranlar, bu çıkmazlara takılmıyor, çukurlara düşmüyor, korkuları yaşamıyor.
Bu durum onların sınıfsal bir tercihlerinin olmadığı, sınıflar üstü olduğu anlamını da getirmiyor.
Çünkü “gelip geçici ve aslı hayal olan bu dünya hayatı onlara bir şey” vermiyor. Haliyle üzerinde durulacak pek fazla bir şeyin olmadığını görüyorlar.
Kimileri ise eskide kalıyor. Eski günlerin tadından bahsedip durmayı hüner sayıyorlar. Zihinlerini oldukça yoruyorlar. İlginç olan ise, ileriye ait bir düşünce onlara pek cazip gelmiyor.
Yaşanmış, yaşanmıştır denemiyor.
Ama bu tür düşüncelerin üzerinden çok sular geçti!
Şimdilerde insanoğlu strese girmemek için, “yeniliği” tercih ediyor.
Bunun bir anlamdaki adı, bunalmaktan kaçıştır.
Öfkeli, kızgınlıktan damarları şişmiş veya karamsar, düşünceli insanları görünce, dediklerimi daha iyi anlayabilirsiniz.
Hep “aynı şeyleri tekrar etmek, benzer korkuları yaşamak, ön yargılarla hayatı sürdürmek, hele şartlanmışlıkların sağladığı devamlılık”, karşısındaki ile iplerin gerilmesine neden olur.
Mevcut şartlar, potansiyel enerjinin boşa harcandığının açık bir delili oluyor.
Bu bunalmışlığı aşmakta en büyük çıkış ise, mazi ile ilgiyi kesmek, karşılıklı atışmalara girmeyerek, polemiklere dalmadan yaşamak olmalı.
Zira zaman girdabında boğulmanın, yön sapmalara neden olduğu ortadadır.
Ayrıca kırgınlıklar ve tekrar edilen şeyler üzerine yaşam kurmanın hiçbir esprisi yok.
Şimdi bir düşünün;
Kendini tanıma fırsatını bulan, bireysel bilincini inşa etmeye gayret edip, Halifelik özelliğini ciddîye alan bir insan, bu tür vartalara düşer mi? Haliyle düşmez!
Bu saçmalıkların sıkıntılı bir süreç yaratacağını bilir ve kararlı bir şekilde bazı şeylere dikkat eder. Ve bunun gülünçlüğünün farkındadır.
Çünkü onlarda böyle bir “iç görü” yoktur!
Tam tersine, baskın bir şekilde “sensiz yaşamaya” alışık kimselerdir.
Sensiz yaşamak öngörü olarak; “ağırlıklı olarak izafî benlik havasından kurtulup, hiçbir şeye bel bağlamadan hayatı sürdürmek manasına” gelir.
Böyle bir süreci benimseyenin “bunalıma girme” gibi bir derdinin olabileceğini düşünüyor musunuz?
Bu, o insanın kendine özgü bir düşünce hayatının olmaması anlamına gelmez. Bunlar tartışılır.
Ama o insanın gece gündüz söz dalaşına girmesi, kendisi gibi düşünmeyeni damgalaması, ortamı germesi mümkün mü?
Elbette ki hayır!
Aslında bizler bunun bir hastalık olduğunun farkında bile değiliz.
Toplumun esas “hastalığı” budur işte!
Demek ki bunalıma, sıkıntılara düşmenin veya çıkmanın tek şartı hiç bir amaçla bir şeye karışılmaması, sahiplenilmemesi oluyor.
Hiçbir şeye bağlanmamak, kapılanmamak ve emin adımlarla ilerlemek gerekiyormuş.
Önemli olan takıntılarla yaşamamaktır. Tabi bu meziyet kolaylıkla kazanılmıyor. Sıkıntılı bir süreçten geçilerek ulaşılıyor.
Yazı boyu öne çıkarmak istediğim ana nokta burası.
Şayet bir Mücahede’nin gerekli olduğu bilindiği halde, bunlar yapılmaz ise, işin içinden çıkılmayan durumlara, birçok bunalımlara girilmesi muhtemeldir.
Bu şartlarda da huzurlu bir yaşamı beklemek hayal olur.
|