Ciddi olabilmek

Click to read english...

     Toplumda ciddi bir insan olarak “tanımlananların” sayısı, herhalde bir elin parmakları kadar azdır.

     Yetişme tarzından olsa gerek, kişi istese dahi bu hale pek gelemez, o duruşu sürdüremez, sergileyemez.

     Ciddi olabilmek, bir eğitim, görgü ve yaşam meselesidir.

     Çünkü alışkanlıklar pek kolay bırakılamıyor, huy kolaylıkla değişmiyor.

     Nitekim dünya değişime girerken, biz hâlâ eski tas, eski hamam, yaşamımıza devam ediyoruz.

     Bir ileri, bir geri!...

     Böyle olunca ciddiyetten bahsetmek de imkânsız gibi görünüyor.

     Allah Rasulü (s.a.v), bir hadisinde; dişleriniz görününceye kadar gülmeyin” derken bu vasfın önemine dikkât çekmiş, insanların gevşemeye girmemesini istemiştir.

     Bizler onun öngördüğü gibi, gereğini yapmalı ve hikmetini bilmeliyiz.

     Bu niteliğin tahmin edilmeyecek getirileri vardır. Bir kere, toplumda bireye saygınlık sağlar. Böyle nadir kişilere yapılan yaklaşımlar “pozitif bir enerji” oluşturur. İleriye güvenle bakmayı temin eder.

     Hele bir düşünün!...

     Şayet halkın içinde gerçekten ciddi tavırlı insanlar olsaydı,  bugün bu ortamda anlamsız kavgalar, solgun fikirler, karışıklıklar yaşanır mıydı?

     Herkes hareketlerine dikkat eder, toplumu kuşatan belden aşağı, düzeysiz, suçlayıcı, nezaket kurallarını zorlayıcı hiçbir olay olmaz, kimse üzerinde hükümranlık kurulmaya çalışılmaz, her işe müdahale edilmez, “sorunların çözümü engellenmez, işler çığırından” çıkmaz, insanları şaşırtan hareketlere tevessül edilmez, dolayısıyla ortam, cehennem hayatına çevrilmezdi.

     Eğer bir iş ciddi bulunsaydı, kendi doğal mecrasında akar, baskılar oluşmaz, yasaklar olmaz, her fert, hür olarak kendi görüşlerini söylerdi.

     Haliyle laçkalaşmalar olmazdı.

     Ciddiyetli davranışlar, bu dediklerimi oluştururdu.

     Çünkü bir kişi kendini salmaya başladığında, etrafla uğraşmaya başlar, “duruşu”nu ve yeteneklerini kaybeder.

     Bu halleri, nasıl “beceriksiz” olduğunun, yeteneklerini nasıl tümden kaybettiğinin göstergesidir.

     Yeteneklerini kaybettiği için birçok düşüncesi ne yazık ki gerçeklerle/ciddiyetle uyuşmaz.

     Ama ciddi insan, bu denilenlerin aksine bilinçli ve rahattır.

     Her şeyi açıkça anlatırken gülümser, ancak asla cıvıtmaz.

     Hırsıyla yaşamaz.

     Almayı bildiği gibi vermeyi de bilir. Her şeyi tadında bırakır, yapmak istediği şeyi savsaklamaz, üstüne düşen her vazifeyi büyük bir titizlikle yerine getirir.

     En hararetle tartıştığı bir konuda muhatabını küçük düşürmeye çalışmaz, boş laflarla onu alt etmeye gayret etmez.

     Anlayacağınız, ciddiyetin pek alternatifi yok gibi görünüyor. Oysa bu vasfın ciddi tek hasmı var, o da ciddi ‘gibi’ olanlar, bilgili olmadıkları halde bilgili gözükenler!

     Yani öyle olmadıkları halde ciddi bir görünüm verip insanları yanlış yollara, bilgilere sokanlar.

     Alt yapıları olmayan, her an hata yapabilen, ama ciddiyet görüntüsü ile saf halkı peşinden koşturanlar ne yazık ki her dönem olmuştur.

     Bunları fark edebilmek, kaygı ile izleyebilmek, takipçilerinin görevidir.

     Akıldan çıkarılmaması gereken bir husus var: Sahte ciddiciler bir şekilde toplumu zehirler.

     Ama er geç açığa çıkarlar.

     Taklidi ciddiyetin her şeyi açıkladığını düşünmek, hayatın rengini gri sanma yanlışına götürür.

     Bu aşamada akla gelen soru şu oluyor:

     Böylesine düzeysiz bir üslupla, boş laflarla nasıl ciddiyet olur”, herhangi bir sorun çözülür, bunu yapabilirler mi?

     Belki çektikleri sıkıntılara ve acılara dayanamadıklarında veya bu duruş cazip geldiğinde laubaliliklerinden vazgeçip yaparlar.

     Ama hâlâ gerçekleştiremediklerini gördüğümüze göre demek ki acılardan ve sıkıntılardan henüz yeterince bunalmamışlardır, ya da alt yapıları eksiktir diyebiliriz.

     Bunu buradan anlıyoruz.

 
 
 

 

 
 
İstanbul - 24.10.2010
sufizmveinsan@gmail.com
sufafy@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com