Dedikodu

 

     Bugüne değin birçok makalemde, doğrudan doğruya veya satır aralarında yazı başlığını içeren konuya değinmiş, mecazi anlamda kullandığımız, insanın birbirini yemesi anlamına gelen dedikodunun ne denli gereksiz, boş olduğunu, aynı zamanda müthiş bir negatif enerji yaydığını ve yapanı çökerttiğini anlatmaya gayret etmiştim.

     Şimdi bir kez daha değişik üslupla, yalın örneklerle onu yansıtmaya gayret edeceğim

     Evet, kimileri insan olduğunu unutur, ağzı durmaz, boş laf eder, bu niteliğe kapı açar.

     İnsan durup dururken niçin böyle bir harekete teşebbüs eder, hiç anlaşılmaz.

     Güya niyeti, arkasından konuştuğu kişiyi uyarmaktır. Ancak bu hiç de uygun bir tavır değildir.

     Yapılanı zor durumda bırakır, şaşkına çevirir. Ayrıca bu hareketi anlamsız tartışmalara neden olur.

     Geçtiğimiz dönemlerde bu tavır çok ayıp sayılırdı. Ama şimdilerde çok sık görülür oldu. İnsanoğlu eğitimden, disiplinden koptuğunda birbirinden kuşkulandığında, duygularına uygun gelmediği yerde, her şekilde yönlendiği kişiyi suçlamaya başlar.

     Cesaretsizlikle, becerisizlikle, bilgisizlikle…

     Abarttıkça abartır. Çünkü ipin ucu bir şekilde kaçmıştır. Rakip gibi gördüğü kişinin hakkından bu şekilde gelivereceğini düşünür.

     Bir zamanını kollar.

     Kendine yem olması içindir bu huyu.

     Akıtır zehirli laflarını üzerine.

     Hedefini şaşırmayan bir zaman düzeni kurar.

     Duyguları ile birlikte, İnsafsızca!

     Yanılmış, yanılmamış, aldanmış, ön yargılı olmuş, hiç önemli değildir.
     Konuşur da konuşur, yerli yersiz.

     İçine çektiği bir nefes gibi kabul eder düşüncelerini.

     Arkasından konuştuğu kişi gücenir mi diye hiç bakmaz o yana, meraklanmaz. Artık çok mutludur.

     Hiç aldırış etmez. Sonu nereye varır demez, oralı olmaz.

     Ne ki dedikodu iyi bir şey değildir.

     İnsanı aldatır. Kamburlaştırır, baykuşa dönüştürür. Sanki bir sis perdesi kaplar yapanı.

     Uzaktan bakılır, mırıldanılır dedikoducuya: “bu ne vurdumduymazlıktır, bu ne garez, bu ne kin yahu! ”

     Anlayacağın dostum;

     Gıybet varsa ortalıkta sen ona ortak olmayacaksın, ağzını kapatacaksın. Ayrıca insan, gördükleri ile duydukları ile yanılmaya müsaittir, bunu da dikkate alacaksın. Gücün yetmiyorsa suskun kalmaya, bulunduğun meclisi terk edeceksin. Ya da diyeceğini usulca fısıldayacaksın dostunun kulağına.

     Söyleyeceklerin ona fayda sağlamalı, kusurlarını örtmeli. Sana da bir benlik vermemeli.

     Dedikoduyu “duyan hiddetlenir” genelde. Sinirli ve tahammülsüz olur…

     Çok azı tebessüm eder. “Vardır bir bildiği” der, üzerinde durmaz geçer gider.

     Onur kalesi düşer. Yapanı görür. Cevap vermez.

     Onun gözünde parlayan, Hakk’ın ışığıdır.

     Hz. İsa’nın “Kurtlar arasına kuzu gibi girin!” sözünü hatırlar.

     Neden örtülü olanlar yüzünden seyirden mahrum olsun ki!

     Allah katında “öldürülenler” işte bunlardır.

     Adı anılmaz; ama emanet, sahibini bulmuştur.

     Varlığı yazılır;

      “ölmeden evvel ölenler listesine.”

     Kutlanır yokluğu, “kemal ehli olarak ruhlar âleminde.”

     Bilin ki,

     Ne kadar yaralanırsanız bu eğitimden, o kadar iyileşeceksiniz, sağlamlaşacaksınız, metin olacaksınız.

     Ne kadar eğdirirseniz başınızı, o kadar dik duracaksınız.

     Ne kadar dayanıklıysanız, o kadar derin denizlere açılacaksınız.

     Havada kalmayacak sözleriniz.

     Ürettiklerinize yenilerini ilave edeceksiniz.

     Dedikodu tuzağına düşmeden, 

     İnsan gibi onurla, edeple…