Değerleri Yaşamak
Ahmet F. Yüksel
 

İnsan neden kendini bilinçsizce örterken başka insanları da örtmek ister acaba?

Bu sorunun tartışılmasından önce ‘ölüm’ kavramının insan için ne anlama geldiğinin çok net bir şekilde anlaşılması gerekir. İnsanoğlu-inanç sahipleri, ruhunun ölümsüzlüğüne inanır. Yani bedeni yok olacak, ama kendisi, yani ruh ölmeyecektir. Nitekim, ‘her nefs ölümü tadıcıdır’ ayeti bunun göstergesi olur.

Değerleri ile yaşayan varlık, onları ruhuna yükleyeceği için sonsuzlukta değerleri kadar yaşama şansına sahip olacaktır.

Bazen insan inandığı değerleri için ölümü dahi göze alabilir. Şehitlik gibi. Bu değerlerle öleceğine inanırsa mutlu olabileceğine, cennete gideceğine inanır. Ama her şeyden önce o kişide inanç noktasının var olması şart. Aksi takdirde öbür dünyaya inanmayan biri için aynı şeyleri söylemek mümkün değil.

Değerlerin tam hakkının verilmemesi az da olsa insanın terkip yapısı ile ilgili. Şu anda yaşadığımız dünyanın değersiz görülmesi, inançsız kişilerce ele alındığında tam bir kördüğüm içine girildiğinin işareti oluyor. Çünkü hiçbir şeyi beğenmiyorlar.

İman dolu bir yaşamı benimseyenler ise gerçek değerlerin ahiret boyutu ile ilgili olduğu görüşündeler. Bu düşüncelerinde son derece haklılar, ama yeterli değil.

Mukarrrebun zümresinin değerleri ise zamanın izafi (the relativity of time) kabul edilmesi gerektiği, gerçek yaşamın ‘şu an’  olduğu, geçmiş gitmiş bir yaşam veya gelecek türünden bir yaşamın söz konusu olamayacağı şeklinde bütünleşiyor. “Geçmiş yaşanıp bitmiş, gelecek ise daha yaşanmamıştır” değil. Geçmiş ve gelecek şu andadır.

Ayrıca, Allah ehli için gerçek değer Allah gibi düşünmek anlamına geliyor.

Diğer yandan, bizler bu dünyada kötülükleri örterek yok etmeye çalışırsak mutlu olabileceğimizi düşünüyoruz. Bunu en azından, dedikodu malzemesini ortaya koymamak açısından son derece sağlıklı bir davranış biçimi olarak kabul ediyorum.

Ama yeterli mi? Çünkü kötülüklerin örtülmesini sağlamak, sadece bu dünya hayatı için çaba gösterenin yine bu dünya yaşamında karşılığını bulmasını sağlıyor. Ahiret boyutuna/değerlerine inancı olmadığı için pek faydası olamıyor.

Demek ki insan maddi alanla sınırlı olmadığına inansa çok şeyler değişecek, yaşama daha farklı bir şekilde bakabilecektir.

Ne var ki genetik miras (genetic inheritance) ya buna destek veriyor ya da köstekliyor.

Peki, kendini örterken başkasını da örtmek, onun gerçek değerlere ulaşmasına mani olmak!...

Bu nasıl bir duygudur?

Bu nedenle yüreğiniz sızlamıyor mu?

Size hiç acı vermiyor mu, beyninizde kuşkulara neden olmuyor mu?

Galiba, arayan ve bilme arzusunda olana veya en azından sosyal yaşam ahlakını terk edip, evrensel ahlaka ulaşmak isteyene bu çok görülüyor. Onlara saygı duyulmuş olsaydı, en azından kapasiteleri gereği gerçekler onlara da açılabilirdi.

Bakış açılarında birer düşman, dünyada kötülüklere hizmet eden kişiler olarak görülmesi mümkün olmamalıdır.

Bu koşullar herhalde, kimilerinin bildiğini sandığı konuların derinliklerine pek inememelerinden kaynaklanıyor. Anlaşılan şu ki, bir yerlerde takılıp kalmışlar.

“Onlar bazı değerleri nasıl hak edebilir ki!” diye düşünüyor insan.

Hele bu dünyada hakikâti görmek istemeyen –aslını bilmeyi- görmezden gelip ahiret boyutuna sığınan insanlar var ya işte onlar sadece ‘ucuz çözüm üreticileri’ olarak göze batıyorlar.

Yarını kurtarmaya yarayacağı sanısıyla sadece bu felsefeye sarılıyorlar. Onların bakış açısını tersine çevirecek bir değişim esasen beklenmiyor, beklenmemesi de gerekir.

Kısaca, ortada birbirinden bütünü ile farklı iki dünya ve yaşam tasavvuru var. İşte bu noktada bu farklı değerlere sahip olanların birbirlerine hayatı cehennem kılmaması,  birbirlerini eritip yok etmemesi ve anlamaya gayret göstermesi bekleniyor diyebiliriz.

 

 

 
 
İstanbul - 10.04.2008
sufizmveinsan@gmail.com
sufafy@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com