İnsan neden kendini bilinçsizce örterken başka insanları
da örtmek ister acaba?
Bu sorunun tartışılmasından önce ‘ölüm’
kavramının insan için ne anlama geldiğinin çok net bir
şekilde anlaşılması gerekir. İnsanoğlu-inanç sahipleri,
ruhunun ölümsüzlüğüne inanır. Yani bedeni yok olacak,
ama kendisi, yani ruh ölmeyecektir. Nitekim, ‘her
nefs ölümü tadıcıdır’ ayeti bunun göstergesi olur.
Değerleri ile yaşayan varlık, onları ruhuna yükleyeceği
için sonsuzlukta değerleri kadar yaşama şansına sahip
olacaktır.
Bazen insan inandığı değerleri için ölümü dahi göze
alabilir. Şehitlik gibi. Bu değerlerle öleceğine
inanırsa mutlu olabileceğine, cennete gideceğine inanır.
Ama her şeyden önce o kişide inanç noktasının var olması
şart. Aksi takdirde öbür dünyaya inanmayan biri için
aynı şeyleri söylemek mümkün değil.
Değerlerin tam hakkının verilmemesi az da olsa insanın
terkip yapısı ile ilgili. Şu anda yaşadığımız dünyanın
değersiz görülmesi, inançsız kişilerce ele alındığında
tam bir kördüğüm içine girildiğinin işareti oluyor.
Çünkü hiçbir şeyi beğenmiyorlar.
İman dolu bir yaşamı benimseyenler ise gerçek değerlerin
ahiret boyutu ile ilgili olduğu görüşündeler. Bu
düşüncelerinde son derece haklılar, ama yeterli değil.
Mukarrrebun zümresinin değerleri ise zamanın izafi (the
relativity of time) kabul edilmesi gerektiği, gerçek
yaşamın ‘şu an’ olduğu, geçmiş gitmiş bir
yaşam veya gelecek türünden bir yaşamın söz konusu
olamayacağı şeklinde bütünleşiyor. “Geçmiş yaşanıp
bitmiş, gelecek ise daha yaşanmamıştır” değil. Geçmiş
ve gelecek şu andadır.
Ayrıca, Allah ehli için gerçek değer Allah gibi düşünmek
anlamına geliyor.
Diğer yandan, bizler bu dünyada kötülükleri örterek yok
etmeye çalışırsak mutlu olabileceğimizi düşünüyoruz.
Bunu en azından, dedikodu malzemesini ortaya koymamak
açısından son derece sağlıklı bir davranış biçimi olarak
kabul ediyorum.
Ama yeterli mi? Çünkü kötülüklerin örtülmesini sağlamak,
sadece bu dünya hayatı için çaba gösterenin yine bu
dünya yaşamında karşılığını bulmasını sağlıyor. Ahiret
boyutuna/değerlerine inancı olmadığı
için pek faydası olamıyor.
Demek ki insan maddi alanla sınırlı olmadığına inansa
çok şeyler değişecek, yaşama daha farklı bir şekilde
bakabilecektir.
Ne var ki genetik miras (genetic
inheritance) ya buna destek veriyor ya
da köstekliyor.
Peki, kendini örterken başkasını da örtmek, onun gerçek
değerlere ulaşmasına mani olmak!...
Bu nasıl bir duygudur?
Bu nedenle yüreğiniz sızlamıyor mu?
Size hiç acı vermiyor mu, beyninizde kuşkulara neden
olmuyor mu?
Galiba, arayan ve bilme arzusunda olana veya en azından
sosyal yaşam ahlakını terk edip, evrensel ahlaka ulaşmak
isteyene bu çok görülüyor. Onlara saygı duyulmuş
olsaydı, en azından kapasiteleri gereği gerçekler onlara
da açılabilirdi.
Bakış açılarında birer düşman, dünyada kötülüklere
hizmet eden kişiler olarak görülmesi mümkün olmamalıdır.
Bu koşullar herhalde, kimilerinin bildiğini sandığı
konuların derinliklerine pek inememelerinden
kaynaklanıyor. Anlaşılan şu ki, bir yerlerde takılıp
kalmışlar.
“Onlar bazı değerleri nasıl hak edebilir ki!” diye
düşünüyor insan.
Hele bu dünyada hakikâti görmek istemeyen –aslını
bilmeyi- görmezden gelip ahiret boyutuna sığınan
insanlar var ya işte onlar sadece ‘ucuz çözüm
üreticileri’ olarak göze batıyorlar.
Yarını kurtarmaya yarayacağı sanısıyla sadece bu
felsefeye sarılıyorlar. Onların bakış açısını tersine
çevirecek bir değişim esasen beklenmiyor, beklenmemesi
de gerekir.
Kısaca, ortada birbirinden bütünü ile farklı iki dünya
ve yaşam tasavvuru var. İşte bu noktada bu farklı
değerlere sahip olanların birbirlerine hayatı cehennem
kılmaması, birbirlerini eritip yok etmemesi ve anlamaya
gayret göstermesi bekleniyor diyebiliriz.
|