Deizm,
tarihte olduğu gibi bugün de insanların bir kısmının
itibar ettiği inanç biçimlerinden biridir. Bu inanç
sistemi; vahiy ve Nebi/Rasul hakikatini inkâr eder.
Dolayısıyla sadece tanrıya bağlı bir inanışı simgeler.
Geçmiş tarihe göz attığımızda Arap müşriklerinin
tanrının varlığına inandığını, ama kendilerine
tebliğlerde bulunmak üzere elçi gönderdiği fikrini
benimsemediklerini, reddettiklerini saptamaktayız. Bugün
de fıtri olması hasebiyle insanların bir kısmı şu veya
bu düşünce çerçevesinde teşekkül etmiş bulunan bir
"Tanrı fikri"ne sahiptirler, ama bu Tanrı'nın elçisi
olmamalıdır. Zira, yaratıcı ile kul arasına kimse
girmez. Bu, bir anlamda din gerçeğini teyid etmek,
varlık tahayyülü, insan ilişkileri ve tasavvuru
itibarıyla dinin marjinal kalmasını, evrensellik bir
yana izafiliğe boyun eğmesini ve elbette bu çerçevede
özel hayatla sınırlandırılmasını istemektir.
İşte bu inanca kısaca "deizm" denir.
Ne var ki deizm denilen kuram, mantıklı gibi
görünse de bize yaşamla ilgili bazı soruların yanıtını
bir türlü verememektedir.
Şöyle ki; İnsanoğlu tanrı hakkında bilgi sahibi olmak
istemez mi? Şayet yanıt veriyorsa bu sesi duyan
algılayan kimdir? Evrende bir değil birkaç tanrı varsa,
bu kabul, her önüne gelenin kendine bir tanrı icat
etmesi hakkını doğurabilir mi?
Birçok tanrının olduğu yerde merkeziyetçilik anlayışı
kaybolmuyor mu? Tanrı insanların hangi işine karışıp
hangi düzeyde bir serbestiyet vermektedir? Varsayım
olarak yerde ve gökte ayrı ayrı tanrı olduğu kabul
edilse, bu felsefe aralarında bir çatışmanın
çıkabileceği izlenimini vermez mi? Tanrı kendi Zatı,
isimleri, fiilleri, sıfatları ve varlığı ile ilgili
olarak insana niçin bilgi vermiyor? Gerek görmüyorsa bu
takdirde varlığını niçin hissettiriyor? Acaba, insanoğlu
tanrıyı hayal mi ediyor? Tanrı, insanla konuşmaya
tenezzül mü etmiyor? Öyle ise, niçin konuşmaya tenezzül
etmediği bir varlığı (insanı) yarattı? Konuşacak dili,
imkânları, gücü ve melekesi mi yok? Bu dilsiz tanrı
bizden nasıl saygı bekleyebilir?
Deizm
bu sorulara derinlemesine değil, sathi dahi olsa
cevaplar bulamaz. Çünkü, yanıtlamaya koyulduğunda ortaya
anlamsız bir tablo çıkar. Bu takdirde peşinden
koştukları tanrının bir değeri de kalmaz.
Bu aşamada akla ilk gelen şey şudur; Allah, Musa
Aleyhisselam ile konuşmuş, diğer nebilere/rasullere
kitap göndermiştir. Allah, vahiy yoluyla kendisi
hakkında bilgi vermiş, insana bir yol haritası
bağışlamıştır.
Evet, teorik olarak bu hükümlere, Allah’ın,
insanın/varlığın özünde bulunması kaydıyla katılmak
zorundayız. B sırrı ile iman, bu hususu teyid
etmektedir.
Şayet, İnsan-Allah ikilisi birbirinden ayrı ise, yani
birim böyle bir analizde bulunuyorsa, bu kez öylesine
karışık bir tablo ortaya çıkar ki, Allah ve tanrı
kavramları anlaşılamaz hale gelir.
Artık, her yönüyle sarsılmakta olan, varlık nedenini
çoktan yitirmiş, devamı için hiçbir mantıksal neden
kalmamış bir monarşinin öyküsü olan
bu tanrı denen illeti, bu kavramı değerlendirmenin,
üzerine eğilip analizde bulunmanın zamanı geldi
diyebiliriz.
Tanrı kavramı İslam tarihindeki belki en büyük sükutu
hayal örneklerinden
biri. Bu anlamsız yapıyı,
-üstelik görkemli ve eşsiz olduğuna da inanarak,
bilinçsiz bir şekilde ‘’kendi hevasını ilah edineni
gördün mü?’’ uyarısına aldırış etmeden- var gibi
düşünmek, onu ne pahasına olursa olsun ayakta tutmaya
çalışmak, olur olmaz her yerde ismini sayıklamak,
karıştırmak, Kur’an Ruhu’na, Muhammedi anlayışa
hiç de uygun düşmüyor dersek yeridir.
Haliyle varlığını kabul edenler adına söylüyorum, iman
bazında hazin bir karmaşa yaratması, baştan bir nifakın
o kişide yer alması/bulunması demek olur.
Çünkü, Allah Rasulü asla bir tanrının varlığını kabul
etmemiş, üstüne basa basa kelime-i tevhidle açıklamış ve
nübüvvet/risalet kemalatı öncesinde dahi yüzünü tanrıya
değil, hanifliğe döndürmüştür.
O, hanif dininin mensubudur.
Efendimizin, açıkça varlığın tüm katmanlarında, her
zerresinde var olanın Allah olduğunu ifade etmesi, az
buz değil, çok şeyi değiştirir. Bu açıdan
bakıldığında ”tanrı vardır” şeklinde düşünen her İslam
ferdi, farkında olmasa da yanlış bir yoldadır ve
Deizm’le bir noktada birleşiyordur.
Oysa, tanrıya tabi olan bir nebi/rasul olamaz.
Basit gibi görünen, ama tüyler ürpertici bir
alışkanlığın etkisiyle -bilinçsizce demek daha doğru
olur-, tanrının varlığı ile birçok suç, suç olmaktan
çıkmış, sistem çökmüştür. Göz göre göre bu hataya
düşmenin vebali mutlaka sorulur.
Sonuç olarak, beyinlerimizi işe yaramaz ‘yanlış’,
’karşılığı olmayan’ bilgilerden
arındırabilirsek, kim bilir belleğimizdeki bilgilerden
ne kadarı işe yaramaz çöpe giderdi diye düşünmek
gerekiyor. |