Delil ile...
 

“…Ebu Hureyre’den işittik, şöyle dedi: Rasulullah (sav);

 Âdem ile Musa (a.s.) Rableri katında birbirlerine karşı delil getirerek tartıştılar.

Neticede Âdem, Musa’ya hüccetle galebe etti.”

Yukarıda söz konusu olan hadisi şerif, kader konusunda her zaman dikkate alınan bir argüman olarak bilinir.

(Bakınız Ahmed Hulûsi-İnsan ve Sırları kitabı, kader bölümü)

Hz. Âdem’in kanıt olarak galebe çalması acaba ne anlama geliyor?

Hz. Musa’ya inzal olunan Tevrat’ta böyle bir ibare bulunmasına karşın, neden ve ısrarla Hz. Musa, Hz. Âdem’i suçlar konumda?

Hz. Muhammed, niçin Hz. Âdem tarafını seçerek, “delil ile Âdem, Musa’ya galebe çalmıştır” dedi?

Akla gelebilen bu soruların mutlaka yanıtlanması gerekli.

Kader konusunda nakledilen birçok hadis var. Bunlar arasında sadece bunu seçmemin elbette ki, farklı bir yanı-anlamı olacak, olmalıdır da.

Şöyle ki, iki güzide Nebiyi tartışma noktasına getiren konu içeriğinde bazı hikmetler var. Bizler şayet işe yarayabilecek evrensel yaklaşımlarda bulunabilirsek, belki tamamını demiyorum, ama kolayca algılanamayan, tarih boyu çözümlenemeyen ve sürüncemede kalan bu en çetrefilli konuyu biraz olsun kavrayabilme imkânına kavuşmuş olabiliriz.

Hz. Muhammed’in (s.a.v) Hz. Âdem’i delil ile galip ilan etmesi, “Kaderin madde boyutuna ulaşmadan, zaman ve mekân üstü katmanlarda programlandığını kabul edip”, Hz. Âdem’in de bu normlara göre hareket etmesinin öncelik teşkil ettiğini düşünmesi nedeniyledir.

Hz. Musa’nın ise bütün bu hususları bilmesine karşın, ileri sürdüğü tezi daha farklıdır.

Hz. Âdem’i suçlar gibi görünüp; “Sen hata yaparak, zürriyetinin de hata yapmasına neden oldun”  deyişini o günlerde açıklanamayacak bir hususa, bugünkü açılımı ile ‘GENETİK BİLİMİNİN’ varlığına dayandırmakta ve kaderin, yapılanmasında önemli bir rol üstlendiğini ifade etmektedir.

O günün şartlarında böylesine gelişen bir teknoloji olmadığı için fark edilemeyen bu gerçek, şimdilerde somut bir biçimde değerlendirilmekte ve Kader denilen olgunun, önceden tespit edilmesinin yanı sıra, günümüze dek nasıl bir sistemle ulaştığı çok daha iyi algılanmaktadır.

Özetle şunu ifade edebiliriz: Kader, bir bütün olarak algılanmalıdır. Bu açıdan bakıldığında, iki nebinin de farklı bakış açıları ile yaklaşım yapması işin rengini değiştirmediği gibi, detaylandırmaya yardımcı olacak mahiyette olduğu görülür.

Ancak delil konusu, “ilahi kitaba” dayandırıldığında Efendimizin tavrı, net biçimde Hz. Âdem’den yana olmaktadır. Hz. Musa, konuya bu şekilde yaklaşmamış, suçlar gibi görmenin altında bir başka faktörü dillendirmiştir.

Kuşkusuz, “kader olgusu” herhangi bir diyaloga, tartışmaya, ortak çalışmaya açık değildir.

Hepimiz biliyoruz ki kaderi algılayan kimsede “neden, niçin, ama”  gibi sorular yoktur. Şayet varsa bu ve benzeri düşünceler muazzam bir zafiyet sayılır.

Zira kader, eleştirilmeye gelmez.

Şu halde teklik olgusu yaşanmadan kaderi değerlendirmek mümkün değildir, diyebiliriz.

Teklik, zahire yansıdığında, BİZ hükmünün altında değişik isimler alır. Yukarıda bahsini ettiğimiz GEN kavramı dahi bunlardan biridir.

Bu manayı, NUH ‘un gemisi anlatılırken daha iyi anlamak mümkün:

“Onu, levhalar ve çivilerle olana (yapılmışa) yükledik”.

Görülüyor ki burada gemi sözcüğü, GEN yerine kullanılmış, çiviler ve levhalar ise Genlere yüklenen manaları teşkil etmiştir.

Evrensel açıdan –pozitif bilimle- baktığımızda şunu söylemek mümkün: Kâinat İnsan-ı Kâmil’in, yani Hakikati Muhammedi’nin, bilinç titreşimi ile meydana gelmiştir.

Anlam yüklü dalga titreşimlerinin sonucu ‘beyin oluşmuş’, beyin bu anlamları, bir yerde kalpte mevcut Nöronlar (Kuranı Kerim’de bu husus Fuad kavramı ile tanımlanıyor) yardımıyla açığa çıkarmıştır.

Her birimde zahir olan koşullar, hücrede mevcut “Gen” faktörü ile nesillere intikal etmiştir. İşte yukarıda bahsini ettiğimiz Hz. Musa’nın görüşünün teknik-izahi yanı böyledir.

Kader olgusu bu şekilde gelişme göstermiştir. Ancak bu değerden bahsederken, yüz yirminci günde değişmeyen sabit değerlerin tespiti, gen açılımında etmen olan uygun astrolojik tesirleri gözden kaçırmayalım.

Yazıyı noktalamadan önce önemli bir ayrıntıyı daha görüşlerinize arz etmek zorundayım.

Halk arasında nesil-soy itibariyle benzetme açısından sıkça kullanılan,

“Dedesi erik çalmış torununun dişi kamaşmış” şeklinde bir söz vardır. Bariz bir şekilde GEN faktörünü tarif eden bu hususu bendeniz, biraz da fanteziyle, iki ayrı birime değil; “Dedesi ve torunu aynı anda erik çalmış” şeklinde düşünüp, tek bir “Ben” e dayandırıyorum.

Amacım, genlerle ilgili bir ayrıntıya teklik konusu ile yaklaşım yapmak oluyor.

 

 

 
 
EFES - Meryem Ana- 01.10.2009
sufizmveinsan@gmail.com
sufafy@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com