Dinde hangi koşullarda baskı yok!
Ahmet F. Yüksel
 

Kuran’ da insanların mutluluğunu sağlayan ayetlerin yanı sıra korkutucu uyarıların varlığına da tanık olabilirsiniz. Bu nokta itibariyle  ‘Dinde baskı yoktur’ denmesine karşın “Baskı yoksa neden korkutma olmalı ki?” diye düşünmek mümkün.

İzah edelim.

İslam dinini seçenler, peşinen bir mutabakatı gerçekleştirmişlerdir. ”Söz konusu hükümleri kabul ediyorum” diyen aklı başında her insan, kelime-i şahadet getirerek İslam’a adımını atar. Şayet bu mutabakatla birlikte bazı hükümler kasten yok sayılmaya teşebbüs ediliyorsa bu, dinin altına dinamit koymakla eş anlamlı sayılır.

Cenab-ı Hak, dünya hayatı için gerekli kanunlara büyük ölçüde itaat eden ve benliğini imara yönelenlere, dünya hayatını kazanma yolları ile vakit geçiren inanç sahiplerine, ahiret yaşantısındaki telafi edilemez sonuçları için son nebisini, aile fertlerinden başlamak üzere "korkutmakla" görevlendirmiştir.

Bir başka örneği; Ebubekir Hazretleri’nin zekât vermeyen kabilelerde bazı kişileri öldürmesiyle alakalıdır. ‘Ben tok olduktan sonra herkes açlıktan ölse ne yazar, bana ne!’ tavırlarıyla yaşayanların katledilmesi asla baskıyla alakalı değil, İslam’ın evrensel düzeninin bozulmaması, laçkalaşmaması ile ilintilidir.

Dolayısıyla, dini çocuk masalları anlatan bir fenomen şeklinde kabullenmek gerçekçi olamaz. Din ile duygu kavramını yan yana koyamazsınız. Dinde duygulara yer yoktur. Bu sahadaki hükümlerin sertliği, sistemin işlerliğini sağlayan ‘makul’ bir mekanizma haline gelmiştir. Diğer yandan, Mevlana Celaleddin-i Rumi, Muhittin Arabî, Abdülkadir Geylani Hazretleri gibi dehaların yetiştiği zengin bir kültürel mirasa sahip, Kur’an'ın özü mahiyetindeki tasavvuf ilminde, özellikle yetiştiricilere atfen söylenen ve yakıştırılan zorlamanın varlığına değinmek ve bir analizde bulunmak yerinde olur.

Bir insanın hayatı boyunca başına gelebilecek en büyük zenginliğin bir inanç adamının, prensipler insanının varlığını tanımak ve onun “ilminden istifade etmek” olduğunu söyleyebilirim.

Gerçekte hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını, sonuçlarının farklı olabileceğini düşünenler, nefsini arıtmak isteyenler, bu konulara ve bir bilene talip olurken önce ‘Yok’ olma prensibiyle aklın, düşüncenin, muhakemenin insanı kanatlandırıp çok yükseklere çıkartabileceğini fark edebilmelidir.

Unutulmamalı ki, imtihansız/deneyimsiz hiçbir şey olmaz. Hayatın akışı içinde birey en büyük darbeyi; Allah yolunda ve en yakınlarından alır. Ne ki, daha sonra bu yüklenmelerin getirilerini -şayet stabil halde kalmayı başarabilirse- şöyle ya da böyle bir güce dönüştürerek evrensel boyutta kullanma gayreti içine girer.

Yeri gelmişken aktaralım.

Baskı bir yana, takip edilen eğitimcinin önce Türkçeyi çok iyi kullanması gerekir. Bir bileni “kafalarında anlaşılmaz yerlere/mertebelere” koyanlar, yanılır.

O; her şeyden önce her kalıba girebilen, şekille ilgisi bulunmayan bir dost olarak düşünülmelidir. Bu sözüm hiç kuşkusuz, Allah dostluğunu insan dostluğuna tercih edenleredir.

Eğiticinin “kendine uyanı, üzmeyeni, yani söz dinleyeni sevmesi ve koruması” teşvik edici bir davranıştır.

Ancak bir konuyu anlatırken umursamaz tavırların takınılması, çok olumsuz bir huy ve karaktere sahip birinin bu halinden sıyrılması için ona tahminlerin fevkinde kızması, baskı gibi görünen şartları ortaya koyması, kesinlikle duygularla yapılan bir dayatma değil, o kişiye olumsuz yönlerini terk ettirebilmek amacına matuftur.

İşte böylesi işlevler baskı gibi görülebilir.

Aslında gündelik yaşamda normal okullarda dahi hocalar “derslerini dinlemeyen talebelerini sert bir şekilde haşlıyor, hatta dayak atmaya kadar tevessül” edebiliyorlar. USA’ da vergisini vermeyen, hapsi boyluyor. Bunlar nedense görünmüyor, ama iş din konusuna gelince bakış açıları değişiyor, değerlendirmeler eleştiriler çoğalıyor.

İtiraf etmek gerekirse, gerçek manada yokluk işte bu yapıcı baskılar sonucu oluşmaktadır. Çünkü, bileşiminden kurtulamadıkça insanoğlu kişiliğinden sıyrılamaz, kıldığı namazın anlamını bile bilemez.

Burada yapılması gereken: Kendini bilmek, nefsini arıtmak, zaaflarından, korkularından, arzularından, vesveselerinden sıyrılmak için uygulanan değişimci sistemi "baskı olarak kabul etmemek" olmalıdır.

Tekrar söylüyorum, klasik anlayışa dayalı bir yetişme metodu ile gayeye-vahdet yaşamına ulaşabilmek mümkün değil. Bu aşamada zorlayıcı işlevlerin varlığını kabul etmek, zamansız patlamalarda bulunmak, olayın başladığı yerde bittiğini görmekten başka bir şeye yaramaz. Çünkü vahdet yaşamında koşullar ne olursa olsun “neden, niçin, nasıl ve ama” gibi sorulara, “tahammül edilemez bir hayat” demeye kimsenin hakkı olmamalıdır. Haliyle, ortak bir akıl oluşturmaktan başka çare yoktur. Kim ne derse desin, bu yöntemi uygulayabilen, söylenenlerin aksine hiç beklenmedik biçimde gerçeğe uzanır.

Bu noktaları bilmeyip şikâyetçi olanlar ise, her zaman olduğu gibi zaaflarını kaşıyıp dururlar.

Uyuzlar misali... 

 

 

 
 

Medine - 25.09.2008
sufizmveinsan@gmail.com
sufafy@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com