Sağırlık,
bedensel
bir
arızadır.
İnsanı
özürlü
sınıfına
sokan bu
niteliği,
konumuz
ile
özdeşleştirmiyorum.
Ben
doğru ve
seviyeli
dinlemekten
bahsediyorum.
Dinleyebilmek;
duydukları
hakkında
“sağduyulu,
aklıselim
sahibi
biri
olarak”
fikir
yürütmek,
yorumlamak,
her
söylenene
kapılmamak
manasına
gelir.
Aksi
harekette
bulunup,
bir
konuşmacının
sözünü
kesmek
ve bir
şey
olmamış
gibi
davranmaya
çalışmak
hiç de
etik
olmaz.
‘Dinleme
yeteneği’
saçma
sapan
şeylerden
uzak
durmanın
yıkıcılık
ve
şiddet
içeren
faaliyetlere
yanaşmamanın,
aşırı
uçlara
girmemenin
belirtisidir.
Bir
şeyin
etraflıca
anlaşılması,
derinlemesine
dinlenmesi
ve
duyuların
analiz
edilmesi
ile
gerçekleşir.
Bu
anlamda
konuşmacı,
neyi
verip
veremeyeceğini
bilmeli,
düşüncelerini
inandırıcı
bir
tutarlılıkla
anlatabilmeli,
konuların
sınırlarını
ve
belirli
bir
noktadan
sonrasının
zararlı
olabileceğini
düşünerek
kendini
frenleyebilmelidir.
Dinleyici,
konuşma
süresince
konsantrasyonu
sağlamalı,
tam
tersi
şartları
yaratmamalıdır.
Bir
anlamda,
beyinde
tüm
alıcıların
açık
bırakılması,
hafızanın
ayrıntıları
dikkatle
kayda
alması,
konuşmalarla
ilgili
olarak,
hemen
gerçekleştirilen
bir mini
otokontrol
merkezinin
kurulması
lüzumludur.
Dinleme
süreci
içinde
farklı
fikirler
serdetmek
doğru
olmaz.
Aksi
tutumlar,
“değerlendirilmek
istenen
şeylerin
daha
somut
hale
gelmesine”
izin
vermemesi
gibi
kabul
edilir.
Gerçekçi
yaklaşım,
konu
dışında
hiçbir
şeye
aldırmamanın,
sadece
bir yöne zumlamanın
belirtisidir.
Birey,
sağlıklı
bir
değerlendirme
yapabilmek
adına o
an için
hayatla
bağlarını
koparmak
zorundadır.
İşitilenler
hafızaya
alınıp
daha
sonra
tekrar
edilir,
aynı
tonda
ruh-beyin
arasındaki
ilişkiler
oluşur.
Açık ve
net
olarak
belirlenen
bir
analizi
müteakip,
taşlar
yerine
oturur;
dinleyen,
idrak
etme
noktasına
gelir.
Dinleme
yeteneği,
bazen
insanı
“zorunlu
kılan
sebeplerden”
oluşacağı
gibi,
kimi
zaman da
“merakın
bir
sonucu”,
ya
da
“bilgilenme
isteği”
şeklinde
gerçekleşir.
Hele
ilginç
ve
dokümanı
bol bir
hakikatten
bahsediliyorsa
epeyce
dikkat
çeker.
Ve
dinleyen
kişinin
beyni
“uzun
bir süre
soluk
almaksızın”
anlatılanlara
odaklanır.
Kimi
konuşmalar
her
türlü
tedbir
ve sabır
gösterisine
rağmen,
yetersiz
gibi
görünür
ve bir
boşluk
yaratır.
Bunu
fark
etmek
mümkündür.
Karmaşık
konu ile
bağlantı
kurulamaz.
Yüzlerdeki
tebessüm
muammalı
bir
şekle
dönüşür.
Acabalar
fazlalaşır.
Bu
hususu
görmezlikten
gelmenin
hiçbir
anlamı
yoktur.
Sakin ve
sade bir
seviyede
aktarılanlar
ise
meselenin
kalitesini
yansıtır.
Ayrıca
dinleyeni
etkiler.
Bazıları
bu
yüzden
sadece o
kişi ile
konuşma,
onu
dinleme
ihtiyacını
hisseder.
Bu kadar
değil
tabii…
İyi bir
dinleyici
konuşma
esnasında
soru
sormayan,
konuşanın
lafını
kesmekten
hoşlanmayan
biridir.
O
nedenle
konuşanla/dinleyenler
arasında
gizli
bir bağ
oluşur.
Bunu bir
nevi
empati
kültürü
diye
isimlendirmek
mümkün.
Sonuç
olarak
empati
kültürü
ne kadar
gelişmişse
‘dinlemek
o denli
kolaylaşır’
diyebiliriz.
İnsan,
bu bakış
açısıyla
konuşmakta
olanın
açıklarını
bile
görmezden
gelir.
Ona
karşı
bir
zihni
faaliyette
olmayı
aklının
ucuna
dahi
getirmez.
Tabi bu
söylediğim
her an,
her
zaman
duyulacak/hissedilecek
bir oluş
değildir.
Yeri
geldiğinde
eleştirinin
de
devreye
girmesi
zaruridir.
Diğer
yandan,
dinleme
esnasında
kuşkuculuk
veya
güvensizliğin
etkisi
altına
girilmemeye
özen
gösterilmelidir.
Haksız,
mesnetsiz,
icapsız,
mazeretsiz
yaklaşımlar,
anlatana
bir
saygısızlığın,
peşin
hükümlü
olmanın
neticesidir.
Burada
deneyim
faktörü
ister
istemez
devreye
girer.
Konuşan,
kuşkuları
giderici
özel
açıklamalarla
meseleyi
açıklığa
kavuşturur.
Yoksa
birey ya
da grup,
dinleme
ortamına
girmez.
Konuşmalardan
sıkılanlar,
o
mahalli
terk
eder ya
da
dinler
gibi
görünmesine
karşın
hiç de
oralı
olmaz.
Anlatılanların
zerresi
bile
aklında
kalmaz.
Halk
arasında
bir
tabir
vardır,
‘Bir
kulağından
girer,
diğer
kulağından
çıkar.’
derler.
Bu deyiş
yerini
bulur.