Din ve Dindarlık Misyonu
Ahmet F. Yüksel
 

Din dogmalar değil, ilahi hükümler bütünüdür. Hurafe olamaz. İnsanın, çaresiz kaldığı, boşluğa düştüğü durumlarda kendine benzemeyen, kendinden olmayan birisine, kısacası bir ilaha yönelmek, doğaüstü bir yaratana sığınmak gayesine matuf bir şekilde oluşmamıştır.

Dinin temel özelliği ‘değiştirilemez’ olmasıdır. Konuya bu perspektiften bakıldığında,  örneğin; Kur’an’ın tek sözcüğü, tek cümlesi, tek ibaresi bile tartışılamaz şekilde değiştirilemez. İnsanlar Kur’an’da bildirilen her şeye inanmakla, imanlarını korumakla görevli, hükümlere de itaat etmek zorundadırlar. Keyfi bir uygulama dinsel yaklaşımlarda yer bulamaz, yapanlar olursa onlara itibar edilmez. Allah ile pazarlık asla söz konusu değildir. Birey, kendisi ile bilgilerin/yaşam düzeyinin bir program dâhilinde ana rahminde tespit edildiğini bilir ve kadere inanır. Nitekim, Hadis-i şerifte şöyle buyrulmaktadır: ‘Sizden her birinizin yaratılışı annesinin karnında tamamlanır.’ (Müslim/Kader)

Astrolojinin Kuran’da yeri vardır. Ancak örtülüdür. Bu bakımdan iman dairesine girmemiştir. Amentüde 'Kader' kavramı ile yer almıştır.

Astrolojiye Kaderin manüel kitabı demek, onu böyle tanımlamak mümkündür, ne var ki sihir ile karıştırmamak şartıyla. Bu yönlü davranışta bulunanlar yanılgıya girer, maksadı aşan durumlarla karşı karşıya kalır.  

İnanıyorum” demekle inanmanın Allah katında asla yeri yoktur.

Kişinin inancı, önerilen ibadetlerin uygulanmasıyla kanıtlanır hale gelir. Düşünce boyutunda inanmak geçerli olmaz. Böyle bir felsefe hükümsüzdür. Kur’an’da bildirilen kurallar mutlaka dikkâte alınmak zorundadır. Şayet içki haram kılınmışsa içilmemesi, örtünme gerekli ise örtünülmesi (zahir/batın yanı kastediyorum) zaruridir. Bilinçli bir İslam hanımına Kur’an’ da, ‘adet görme halinden düşmesi’ durumunda örtü kullanmasının gerekmediği bildiriliyorsa bu hükmü uygulaması şarttır. Aksi halde, cahilane tutumlar içine girer. Öylece yaşar.

Söz gelimi bir hanım çıkıp ta, ‘ben hacca gideceğim ama dönüşte örtünmem, hatta bikini de giyerim, içki de içerim diyorsa’ ve bunu bireysel hakkı gibi kabul ediyor, tutturuyorsa, din buna geçit vermez. Ancak, günah olarak kabul ediyor ve başörtüsünü bilerek/af dileyerek kullanmıyorsa durum değişir.

Din, kul hakkına en büyük önemi gösterir. Allah, seriül hisaptır. Anında hesabı görür. Ne yazık ki bizler böyle bir işlemin farkında olamayız. Hak arar dururuz. Ama kişi tövbe kapısını açık bırakır, hatasını anlar ve bedelini öderse, dengeler değişir, çünkü Allah Gafur’dur, affedicidir, affeder.

Kur’an belirli kurallar çerçevesinde, hak ettiğinde eşini döverek cezalandırmayı uygun bulmuştur. Ancak, haddi aşmamak, kin ve nefret tohumları ekmemek şartıyla. Çünkü Allah kin tutanı affetmez. Hümanist duygularla söz konusu bu ve benzeri hükümleri engellemek ve yanlış olduğunu kabul etmek, sistemi okuyamamak anlamına gelir ki bu doğrultudaki hareketler isyan bayrağını çekmek sayılır, günahtır, vebali büyüktür.

Gerek Kur’an-ı Kerîm’de, gerekse Hadislerde saptanan ve bu paralellikte yapılan açıklamaların/uyarıların kesinlikle sistemde yeri bulunmaktadır. Örneğin, Efendimiz bir Hadis-i şerifinde "Kıçın (dübürün) bağı, gözlerdir." (Ebu Dâvud, Tahâret 79, İbni Mace, Tahâret 62) demektedir. Ne alâka demeyin, anlamaya çalışın. Kastedilen mana, uykuda iken kasların gevşemesi ile insanın farkında olmaksızın gaz çıkarmasıdır. Takdir edersiniz ki, uyanık ve sağlıklı insanlarda böyle bir durum kolay kolay yaşanmaz. Bu ve benzeri Hadisler, Abdest ve Guslü gerektiren haller bölümünde ele alınmaktadır. Bu arada Hadisleri kabullenmeyen, ben Kur’an’a bakarım diye düşünen bireyler için çok önemli, uyarı dolu bir Hadis-i şerifi daha nakletmek zorundayım.

“Sizden birini, koltuğuna kurulmuş bir halde görmeyeyim; ona benim emrettiğim ya da yasakladığım bir şey gelir, o,  ’Bilmiyorum, biz Allah’ın kitabında bulduğumuza uyarız’…” demesin. İhtilaf bulunduğunda sünnete sarılmayı teşvik ederken ‘O güzel sözü ben söyledim’  demektedir. Bir başka örnek ise: ‘Kim bile bile bana yalan isnadında bulunursa, cehennemdeki yerine hazırlansın’ şeklindedir.

‘Hepimiz Müslüman’ız’ gibi sözlerle yaşamak oldukça anlamsızdır. Zira bu kavram bilinç ve enformasyon ister. Bilgisiz bir toplum cahil adıyla anılır. Şayet inanç sahibi bir İslam ferdi saydığımız bu kurallara uyuyorsa, İslâmı A’ dan Z’ ye kabul ediyorsa kabaca misyonunu tamamlamış olur..

İslam, insanların hakkını gözetmek, korumak, güvence altına almak adına belli bir yaşam biçimini öngören dünya ve ahiret görüşlerini kapsar.

“Allah’a iman ettim” demekle tanrıya inanmak aynı şey değildir. Tanrı yoktur, Allah vardır. Allah’a imanın ince noktası ise B’ nin sırrı ile bu inancı oluşturmaktır. Bireyin yapması, kabullenmesi gereken, bu iman türüdür. Çünkü, “Amentü billahi” derken vurgulanmak istenen budur. Anlamı; “Özümde mevcut olan yaratıcının varlığını bilerek iman ediyorum, ona göre yaşıyorum” dur. ‘Yarım yamalak iman olmaz.’ İman, kişinin bilmediklerine olur. Unutulmamalı ki gaybı Allah bilir. Allahın bildirdiklerine iman, doğru dürüst ve tam olmalıdır. Bugün, iman ve inanç kavramına uzaktan bakanlar, sosyologların, psikologların sahalarına girip onlara teslim oluyorlar. Allah’a teslim olmamanın getirisi işte budur. İman edilecek şeyleri ellerinden geldiğince uygulayabilseler, eminim bu hallere gelmeyeceklerdi.

İman ve nifak alametleri de Rasûlullah (s.a.v)’ın şu hadisleri ile belgelenmektedir:

“Dört haslet kimde bulunursa halis münafıktır. Kimde de onlardan bir tanesi bulunursa, terk edinceye kadar onda nifaktan bir haslet bulunmuş olur.

1- Güvenildiğinde hıyanet eder,

2- Konuştuğunda yalan söyler,

3- Söz verdiğinde sözünde durmaz,

4- Tartıştığı zaman ölçüyü aşar.”
(Buharî, İman,2/ 24, (I,14))

“Üç haslet vardır ki, onlar kimde bulunursa o, imanın tadını alır.”  demektedir.

1- Allah ve Rasûlü’ nün, başka her şeyden kendisine daha sevimli olması,
2- Sevdiğini ancak Allah için sevmesi.
3- Allah, kendisini imansızlıktan kurtardıktan sonra tekrar küfre düşmeyi ateşe atılmak gibi korkunç görmesi.
(Buhari, İman, 9; Müslim, İman, 67)

Değerli Okurlar!

Yazının baş kısmında, dinde, kurallarda değişim olmaz dedik. Ancak dini yeniden algılama patronları olan müceddidlerin müdahalesi ile bazı şekillere/dönüşümlere uğrayabilir. Nitekim, Rasûlullah Efendimiz, ‘Allah Teâlâ bu ümmet için her yüz senenin başında dinini yenileyen kimseler gönderir’ demektedir. Onlar Kutbul İrşadla ortaklaşa çalışıp yapacakları yenilikleri/değişimleri halka açıklarlar. Ancak, genel kurallara, farzlara kesinlikle dokunmazlar. Bir müceddid, derecesi ne olursa olsun sonuçta teşehhütte ettehiyyatüyü okumak, farzlara riayet etmek durumundadır. Her ne kadar Muhammedi iseler de, zahir ismi onları bu koşulda bırakır. Müceddid, dinin akla uymakla değerlendirilebileceğini öğütlediği gibi, bilimin yolunda yürümeyi şiar edinen yenilikçi insanlarla anlaşılabileceğini söyler. Kazanma hırsının makbul bir şey olmadığını, insanların içgüdüsel yaklaşımı sonucu ortaya attıkları hurafelere sıkıca bağlanmanın yanlışlığını, aklın bilimle diyalektiğini, dinin teknolojiyle özdeşleşebileceğini vurgular.

Sevgi ile kalın. Allah’a emanet olun.

 

 
 
İstanbul - 06.03.2008
sufizmveinsan@gmail.com
sufafy@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com