Din dogmalar değil,
ilahi hükümler bütünüdür. Hurafe olamaz. İnsanın,
çaresiz kaldığı, boşluğa düştüğü durumlarda kendine
benzemeyen, kendinden olmayan birisine, kısacası bir
ilaha yönelmek, doğaüstü bir yaratana sığınmak gayesine
matuf bir şekilde oluşmamıştır.
Dinin temel
özelliği ‘değiştirilemez’ olmasıdır. Konuya bu
perspektiften bakıldığında, örneğin; Kur’an’ın tek
sözcüğü, tek cümlesi, tek ibaresi bile tartışılamaz
şekilde değiştirilemez. İnsanlar Kur’an’da
bildirilen her şeye inanmakla, imanlarını korumakla
görevli, hükümlere de itaat etmek zorundadırlar. Keyfi
bir uygulama dinsel yaklaşımlarda yer bulamaz, yapanlar
olursa onlara itibar edilmez. Allah ile pazarlık asla
söz konusu değildir. Birey, kendisi ile
bilgilerin/yaşam düzeyinin bir program dâhilinde ana
rahminde tespit edildiğini bilir ve kadere inanır.
Nitekim, Hadis-i şerifte şöyle buyrulmaktadır:
‘Sizden her birinizin yaratılışı annesinin karnında
tamamlanır.’ (Müslim/Kader)
Astrolojinin Kuran’da yeri vardır. Ancak örtülüdür. Bu
bakımdan iman dairesine girmemiştir. Amentüde 'Kader'
kavramı ile yer almıştır.
Astrolojiye Kaderin manüel kitabı demek, onu böyle
tanımlamak mümkündür, ne var ki sihir ile karıştırmamak
şartıyla. Bu yönlü davranışta bulunanlar yanılgıya
girer, maksadı aşan durumlarla karşı karşıya kalır.
“İnanıyorum”
demekle inanmanın Allah katında asla yeri yoktur.
Kişinin inancı,
önerilen ibadetlerin uygulanmasıyla kanıtlanır hale
gelir. Düşünce boyutunda inanmak geçerli olmaz. Böyle
bir felsefe hükümsüzdür. Kur’an’da bildirilen
kurallar mutlaka dikkâte alınmak zorundadır. Şayet içki
haram kılınmışsa içilmemesi, örtünme gerekli ise
örtünülmesi (zahir/batın yanı kastediyorum) zaruridir.
Bilinçli bir İslam hanımına Kur’an’ da, ‘adet görme
halinden düşmesi’ durumunda örtü kullanmasının
gerekmediği bildiriliyorsa bu hükmü uygulaması şarttır.
Aksi halde, cahilane tutumlar içine girer. Öylece yaşar.
Söz gelimi bir
hanım çıkıp ta, ‘ben hacca gideceğim ama dönüşte
örtünmem, hatta bikini de giyerim, içki de içerim
diyorsa’ ve bunu bireysel hakkı gibi kabul ediyor,
tutturuyorsa, din buna geçit vermez. Ancak, günah olarak
kabul ediyor ve başörtüsünü bilerek/af dileyerek
kullanmıyorsa durum değişir.
Din, kul hakkına en
büyük önemi gösterir. Allah, seriül hisaptır.
Anında hesabı görür. Ne yazık ki bizler böyle bir
işlemin farkında olamayız. Hak arar dururuz. Ama kişi
tövbe kapısını açık bırakır, hatasını anlar ve bedelini
öderse, dengeler değişir, çünkü Allah Gafur’dur,
affedicidir, affeder.
Kur’an belirli
kurallar çerçevesinde, hak ettiğinde eşini döverek
cezalandırmayı uygun bulmuştur. Ancak, haddi aşmamak,
kin ve nefret tohumları ekmemek şartıyla. Çünkü Allah
kin tutanı affetmez. Hümanist duygularla söz konusu
bu ve benzeri hükümleri engellemek ve yanlış olduğunu
kabul etmek, sistemi okuyamamak anlamına gelir ki bu
doğrultudaki hareketler isyan bayrağını çekmek sayılır,
günahtır, vebali büyüktür.
Gerek Kur’an-ı
Kerîm’de, gerekse Hadislerde saptanan ve bu paralellikte
yapılan açıklamaların/uyarıların kesinlikle sistemde
yeri bulunmaktadır. Örneğin, Efendimiz bir Hadis-i
şerifinde "Kıçın (dübürün) bağı, gözlerdir." (Ebu
Dâvud, Tahâret 79, İbni Mace, Tahâret 62) demektedir. Ne
alâka demeyin, anlamaya çalışın. Kastedilen mana, uykuda
iken kasların gevşemesi ile insanın farkında olmaksızın
gaz çıkarmasıdır. Takdir edersiniz ki, uyanık ve
sağlıklı insanlarda böyle bir durum kolay kolay
yaşanmaz. Bu ve benzeri Hadisler, Abdest ve Guslü
gerektiren haller bölümünde ele alınmaktadır. Bu arada
Hadisleri kabullenmeyen, ben Kur’an’a bakarım diye
düşünen bireyler için çok önemli, uyarı dolu bir Hadis-i
şerifi daha nakletmek zorundayım.
“Sizden birini,
koltuğuna kurulmuş bir halde görmeyeyim; ona benim
emrettiğim ya da yasakladığım bir şey gelir, o, ’Bilmiyorum,
biz Allah’ın kitabında bulduğumuza uyarız’…”
demesin. İhtilaf bulunduğunda sünnete sarılmayı teşvik
ederken ‘O güzel sözü ben söyledim’ demektedir. Bir
başka örnek ise: ‘Kim bile bile bana yalan isnadında
bulunursa, cehennemdeki yerine hazırlansın’
şeklindedir.
‘Hepimiz
Müslüman’ız’ gibi sözlerle
yaşamak oldukça anlamsızdır. Zira bu kavram bilinç ve
enformasyon ister. Bilgisiz bir toplum cahil adıyla
anılır. Şayet inanç sahibi bir İslam ferdi saydığımız bu
kurallara uyuyorsa, İslâmı A’ dan Z’ ye kabul
ediyorsa kabaca misyonunu tamamlamış olur..
İslam, insanların
hakkını gözetmek, korumak, güvence altına almak adına
belli bir yaşam biçimini öngören dünya ve ahiret
görüşlerini kapsar.
“Allah’a iman
ettim” demekle tanrıya inanmak aynı şey değildir. Tanrı
yoktur, Allah vardır. Allah’a imanın ince noktası ise
B’ nin sırrı ile bu inancı oluşturmaktır. Bireyin
yapması, kabullenmesi gereken, bu iman türüdür. Çünkü,
“Amentü billahi” derken vurgulanmak istenen budur.
Anlamı; “Özümde mevcut olan yaratıcının varlığını
bilerek iman ediyorum, ona göre yaşıyorum” dur.
‘Yarım yamalak iman olmaz.’ İman, kişinin
bilmediklerine olur. Unutulmamalı ki gaybı Allah
bilir. Allahın bildirdiklerine iman, doğru dürüst ve tam
olmalıdır. Bugün, iman ve inanç kavramına uzaktan
bakanlar, sosyologların, psikologların sahalarına girip
onlara teslim oluyorlar. Allah’a teslim olmamanın
getirisi işte budur. İman edilecek şeyleri ellerinden
geldiğince uygulayabilseler, eminim bu hallere
gelmeyeceklerdi.
İman ve nifak
alametleri de Rasûlullah (s.a.v)’ın şu hadisleri ile
belgelenmektedir:
“Dört haslet
kimde bulunursa halis münafıktır. Kimde de onlardan bir
tanesi bulunursa, terk edinceye kadar onda nifaktan bir
haslet bulunmuş olur.
1-
Güvenildiğinde hıyanet eder,
2-
Konuştuğunda yalan söyler,
3-
Söz verdiğinde sözünde durmaz,
4- Tartıştığı zaman ölçüyü aşar.”
(Buharî,
İman,2/ 24, (I,14))
“Üç haslet
vardır ki, onlar kimde bulunursa o, imanın tadını alır.”
demektedir.
1- Allah ve
Rasûlü’ nün, başka her şeyden kendisine daha sevimli
olması,
2- Sevdiğini ancak Allah için sevmesi.
3- Allah, kendisini imansızlıktan kurtardıktan sonra
tekrar küfre düşmeyi ateşe atılmak gibi korkunç görmesi.
(Buhari, İman,
9; Müslim, İman, 67)
Değerli Okurlar!
Yazının baş
kısmında, dinde, kurallarda değişim olmaz dedik. Ancak
dini yeniden algılama patronları olan müceddidlerin
müdahalesi ile bazı şekillere/dönüşümlere
uğrayabilir. Nitekim, Rasûlullah Efendimiz, ‘Allah
Teâlâ bu ümmet için her yüz senenin başında dinini
yenileyen kimseler gönderir’ demektedir. Onlar
Kutbul İrşadla ortaklaşa çalışıp yapacakları
yenilikleri/değişimleri halka açıklarlar. Ancak, genel
kurallara, farzlara kesinlikle dokunmazlar. Bir müceddid,
derecesi ne olursa olsun sonuçta teşehhütte
ettehiyyatüyü okumak, farzlara riayet etmek
durumundadır. Her ne kadar Muhammedi iseler de,
zahir ismi onları bu koşulda bırakır. Müceddid, dinin
akla uymakla değerlendirilebileceğini öğütlediği gibi,
bilimin yolunda yürümeyi şiar edinen yenilikçi
insanlarla anlaşılabileceğini söyler. Kazanma hırsının
makbul bir şey olmadığını, insanların içgüdüsel
yaklaşımı sonucu ortaya attıkları hurafelere sıkıca
bağlanmanın yanlışlığını, aklın bilimle diyalektiğini,
dinin teknolojiyle özdeşleşebileceğini vurgular.
Sevgi ile kalın. Allah’a emanet olun. |