Diyalog kopukluğu

 

    

    

     Mesnevî’deki o meşhur hikâye ile yazıya giriş yapalım;

    “Adam, kerpiçten yapılma eviyle anlaşma yapmış;     “yıkılacağın zaman bana haber ver” demiş, ev de kabul etmiş. Sonra, evin bir yanı çatlamış, adam bir avuç çamurla kapatmış çatlağı. Sonra öbür duvar çatlamış, onu da tıkamış toprakla. Çatıda bir delik açılmış, bir parça saz getirip örtmüş bu deliği. Ve derken bir yağmurda, ev büyük bir gürültüyle adamın üzerine çökmüş, zor kurtarmış canını. “Seninle anlaşma yapmıştık; çökeceğin zaman bana haber verecektin” demiş, adam sitemle. Ev de: “Ben sana kaç kere haber verdim, ama anlamadın” demiş. “Konuşmak için bir duvarımı açtım, bir parça toprak doldurdun ağzıma, öbür duvarımı açtım, onu da kapattın bir avuç toprakla. Çatıdan işaret vereyim dedim, onu da anlamadın, bir demet sazla örttün üzerini.”

     Anlaşılan şu ki, evle adam arasında bir diyalog kopukluğu yaşanmış. Umursamazlıktan mı nedendir bilinmez, sonuçta ev, adamın başına yıkılmış.

     Toplum hayatında da benzeri “çelişkiler ve zıtlıklar”  insanı şaşırtıyor ve etkiliyor. Bütün bunların çoğu, iletişim sorunundan kaynaklanıyor.

     Bakın, diyalog deyip geçmeyin!

     Bu, çok plânlı ve organize bir konu.

     Çünkü diyalog, karşılıklı konuşma sanatıdır.

İnatla, nefsaniyetle, menfaate dayanır şekilde yaklaşımlar yapmak ve bu tür ilişkilere girmek doğru olmaz. Bunlar aldatıcı şeylerdir.

     Sonu fiyasko ile biter!

     Bütün mesele, insanın karşısındakinin ne konuştuğunu dinlemesidir. Anlaşmanın yolu, ilk ayağı budur. Önemli olan, hayata yön verici, hissi anlamdaki konuşmaların olmasıdır, bireysel tatmini, takıntıları oluşturanlar değil.

     Şöyle ki; insanın, belirli süreçler içinde özelliklerini saklayabilmesi gerekir.

     Durmaksızın söz kesip, kendi bildiğini okuyan insanlarla anlaşma zemini bulmak imkânsızdır. Bu tür yaklaşımlardan bir sonuç çıkmaz. Konuşurken birden lafınız kesilir, ağzınızı açıp  “bahsini ettiğiniz konu öyle değil, şöyle olması gerekir” demeğe kalkışılırsa şaşmayın. Sonra, söylediğinize söyleyeceğinize pişman olursunuz.

     Böyle bir iletişime diyalog denmez. Burada aleni şekilde bir kopukluk vardır. Belki suskun kalsanız, daha hayırlı bir iş yapmış olursunuz. Zira en azından boşu boşuna nefes tüketmek zorunda kalmazsınız.

     Mental-sosyal hayvan konumundan insanlığa adım atmanın ilk işareti, saygı çerçevesinde bir duruş sergilemek, yani yerine göre hareket etmektir.

     Pek tabi bu husus, prosesi batağa girmemiş, tefekkür yeteneğine sahip kimselerde tezahür eder.

     Öyle güzel konuşanlarımız vardır ki, karşısındakinin ağzını açmasına bile gerek duymadan kendini dinletmesini bilir.      Çünkü dinleyenin aradığı tüm hususlar sözlerinde mevcuttur.

Kimi konuşmacı ise “sadece kendi” konuşmak ister.

Başkalarına iki lâf etme fırsatı tanımaz. Bu durum da, “diyalog kopukluğunun” işareti olmaktadır.

İletişim esnasında her ne sebep olursa olsun, insanın ses tonunu iyi ayarlaması, dinleyenin kafasının içinde konuşurcasına sesini yükseltmemesi gerekir ki sonuç alınabilsin, sarf ettiği cümleler algılansın.

     Bu arada iyi bir konuşmacı olduğunu belirterek ayrıcalıklı olduğunu kabullenmek ve başkasına söz hakkı tanımamak, hakkaniyetle bağdaşmayacak bir tutumun izlenmesi anlamına gelir ki, hiç de etik bir durum yaratmaz. Bu tür davranışlar paylaşım amacına uymaz.

     Diyalog tesis etmede “İnsanlara akılları istikametinde konuşun.” şeklindeki mistik uyarı hayli mühimdir.

     Şurası muhakkak ki, “bağırıp, çağırarak konuşmak, şiddete varan işaretler vermek”, iletişim kurmak bir yana, insanların birbirinden kopmasına neden teşkil eder.

     Ayrıca akla geleni söylemek de dinleyenin üzerinde, âdeta “soğuk bir duş” tesiri yapacağından, böylesine meziyetlere sahip olanla ilişkiye girmeyi kimse istemez.

     Hakarete varan konuşmalar ise anlaşma, analiz etme yeteneğini sıfıra indirirken, bireyleri çok kötü sonuçlarla karşılaştırabilir. Böylesine atışmalar daha çok monolog olarak kabul edilir.

     Örneğin içki masalarında dostluklarla başlayan konuşmalar –içkinin tesiriyle- işin içinden çıkılmaz bir hale gelebilir.

     Şayet derdimiz konuşup bilgi dağarcığımıza bir şeyler katmak, yeni ufuklara ulaşabilmek amacına matuf ise, denilenleri yapmak zorundayız.

     Aksi halde, toplum içinde nerde görülse kaçılacak bir koşul yaratırız.

 

 

 

Arkadaşına gönder 

 

 

Paylaş