Yörenin en büyük ve güçlü fili krala aitmiş. Her gün
bakıcılarıyla birlikte sarayın yakınındaki nehre
yıkanmaya giden fil, yol kenarındaki bitkileri
koparmaya, çevresindeki hayvanlarla oynamaya çalışırmış.
Hayvanı zaptetmekte zorlanan bakıcılar, çaresizce ne
yapacaklarını düşünmeye başladıkları bir sırada,
karşılarına küçük bir oğlan çocuğu çıkmış. Çocuk,
korkusuzca filin hortumunu yakalayıp, "Dur!" diye
emretmiş, "Yavaş ve dikkatli yürümelisin."
Koca hayvan, sihirli bir değnek değmişçesine
yatışmış ve sakin sakin yürümeye başlamış. Ertesi gün,
aynı yerde aynı olay tekrarlanınca, bu işe çok şaşıran
bakıcılar kralın huzuruna çıkıp olan biteni anlatmışlar.
Küçücük bir çocuğun koskoca fili kontrol edebildiğine
inanmakta güçlük çeken kral, vezirini çağırıp konuyu
incelemesini istemiş.
Birkaç gün sonra, vezir raporunu vermiş: "Efendim,
çocuk büyükannesiyle yaşıyor. Kendi yaşıtlarından tek
farkı, korkusunun hiç olmaması. İşte bu yüzden filinizi
ehlileştirebiliyor." Kafası karışan kral,
"Anlamadım," demiş, "Ne demek istiyorsun?"
"Efendim, kaygı ve korku taşımayan bir zihin her şeyi
yapabilir."
"Hımm... bu savını ispat edebilir misin?"
"Elbette efendim."
Vezir bir müddet düşünmüş. Eğer çocuğun kaygıya
kapılmasına neden olabilirse, savını
ispatlayabilecekmiş...
Vakit kaybetmeden çocuğun babaannesini görmeye giden
vezir, yaşlı kadının torununu hiçbir şeyden mahrum
etmeyerek büyüttüğünü öğrendiğinde rica etmiş: "Bu
akşam ona her zamanki yemeğini hazırlayın, ama içine tuz
koymayın. Bunun nedenini sorarsa, tuz alacak paranız
kalmadığını söyleyin."
Olay aynen planlandığı gibi gelişmiş. Aldığı cevaba
şaşıran çocuk, "Sen merak etme babaanne," demiş,
"Ben sana tuz bulurum."
Koşarak köydeki bakkala gitmiş. "Biraz tuz verir
misiniz?..."
Küçüğün meteliksiz olduğunu anlayan bakkal,
karşılığında para vermesi gerektiğini izah etmiş.
"Peki, parayı nerede bulabilirim?"
"Çalışman gerek."
"Ama ben... Çalışmayı bilmiyorum."
"Öyleyse tuz alamazsın."
Çocuk, yüzünde umutsuz bir ifadeyle eve döndüğünde
büyükannesi, "Üzülme yavrum," demiş, "Şimdi
uyu. Yarın bunu yine konuşuruz."
Geceyi huzursuz geçiren çocuk, ertesi sabah okula
giderken yine fili görmüş. Karşısına geçerek, "Dur!
Yavaş ve dikkatli yürü" diye bağırmış. Ama fil bu
sefer ona itaat etmemiş ve yürüyüp gitmiş. Çünkü küçüğün
kafasındaki tek düşünce şuymuş:
"Yemeğim için tuz alamıyorum." Bu
ufak endişe onun tüm gücünü yitirmesine
yetmiş...
Bu hikâye; olayları analiz edip gereken önlemleri
almak, harekete geçerken doğru bir yol tayin etmek
bakımından tavsiye edilebilir mahiyettedir.
Anlaşılacağı üzere, hayatın üstüne şuurlu bir şekilde
gidebilmek kolay bir iş değil. Kaliteli insanların
dışında kalan, beşeri düşüncelere esir olmaktan
kurtulamayan hemen herkes, bu dertten mustarip. Ama
ölçüsü kaçmayan, insana yaşamı zehir etmeyen bazı
endişelerin de yararı olduğu muhakkak. Önünü görmeyen,
olaylara basiretle bakmasını beceremeyen bizler için
koruyucu bir mahiyet taşıyor. Dolayısıyla insanoğlu,
çukurlara düşmemek için adımlarını çok dikkâtli atmasını
bilmeli. Zira, toplum içinde dünyaya iyilik yapmaya
gelen insanlar olduğu gibi, yaşamı kötülük üstüne
kurulu, vehimlerle yaşayan zeki, ama psikopat ruhlu
insanlar da var.
Ne var ki, her an devam edegelen karamsarlığın da bir
sonu olmalı. Neticede, korkuya dayanan bu gibi duygular,
kişisel benliğin eseri. Şayet endişe/korku denen
bu illet, veri tabanımıza yerleşirse, şuurumuzu
kısıtlayıp bizi hayatın elinde ‘oyuncak haline’
getirebilir.
Beyni sürekli meşgul eden ve alışkanlığa dönüşen
kaygılar, vesveseler, sonuçta kapasitemizi azaltır, var
oluş gayemize uygun hareketler edebilmemize mani olur.
İnsanı adeta kararsız ve çaresiz bırakan böylesi nahoş
düşüncelerin bedelini beden mutlaka bir gün öder.
Bunlardan kurtulmanın ilk adımı, korkuları teşhis
ederek, nasıl tetiklendiklerini saptamaktır. Onlarla
başa çıkacak alternatif düşünceleri ise şöyle
sıralayabiliriz:
İlkin, mutlak varlığın özümüzde mevcut olduğuna ve onun
‘Halifesi’ durumunda bulunduğumuza inanmak.
Akabinde, hayatın içerdiği zorlukların Allah tarafından
bizlere bir gaye sebebiyle ulaştığını kabullenmek.
Zorluklar içinde kolaylıkların da bulunduğunu fark
edebilmek. Ve başımıza gelen iyi-kötü her şeyi
ayrım yapmadan şükran duyarak kabullenmek.
Evet, değerli dostlarım!
Bütün bunlar, havsalalarımızda cirit atan
kara bulutları dağıtmaya yeteceği gibi, mutlu olmayı, en
önemlisi, özümüzde mevcut İlahi güçlerin de zahir
olmasını temin edecektir. Belki yanılıyor, belki doğru
düşünüyorum ama ben dengeyi bu şekilde kuruyorum.
Sevgi ile kalın. Allah’ a emanet olun. |