Dostum, senin en iyi bildiğin şey nedir?
Ahmed F. Yüksel
 

Dünyanın tüm bilgelerinin 'en' bilgesine ‘en yaşlısına’ sormuşlar: "En iyi bildiğin şey nedir?" diye.
En bilge kişi, hiç düşünmeden cevabını vermiş:
"Haddimi bilirim..."
'Had'
kelimesi, kuru bir mantığın değil, bilinçli olanın tanımlaması, duruşudur. Bize durmamız gereken sınırları anlatır. Bu, herhangi bir konuda, kendi bilgimizi, konumumuzu ve boyutlarımızı bilip ona göre tavır koymamızı, görüş bildirmemizi sağlayan bir paylaşım ve açıklamadır.
Kısacası, kendini tanımak ve sınırlarını bilmektir.
Günümüzde ise maalesef, sınırlarının nerede başlayıp nerede bittiğini bilmeyenler yüzünden sürekli ‘sınır ihlallerine, toplumsal sıkıntılara’ tanık olmaktayız.
Etrafınıza bir bakın: Hemen her konuda, hepimiz uzmanız. Bir nebi misali, hemen her şeyi sanki doğuştan biliyoruz; öğrenmemize, merak ettiğimiz bir konuda emek harcamamıza hiç gerek yok. Günlük hayatta her alanda, bir an durup düşünmeden, gerçekten bilip bilmeden, cahilce, hemen her söze balıklama dalıp görüş bildiriyor, fetvalar veriyoruz. Özetle, otorite kesilmeye bayılıyoruz.
Bu olaylar, hakikat noktasının başlaması ile ilgili, kabul ediyorum. Ancak bu kez ortalık taklidi yetiştiricilerle dolup taşıyor.
Özellikle iyi bir şey yapıldığında veya bir başarı durumunda hemen ortaya atılıp eleştirilere başlıyoruz veya mevcut bir başarıdan kendimizi de mutlaka nemalandırma arzusundayız. Kaç kişi var tanıdığınız, kendini göstermeyen, ortaya koymayan! Belki bir elin parmaklarının sayısından daha az değil mi?
Peki, "gel de sen yap, üret, konuş da derdini anlat bakalım" denilince de, donup kalıyoruz. Haddimizi bilme 'özürlüyüz', ama 'had bildirme' konusuna gelince üstün olan yanlarımız birden ağır basıyor. Kısacası, buna çok hevesliyiz.  Konuşması gerekenler ise bilmediklerinden değil, usul ve erkân dairesinde kalıp 'hadlerini bildiklerinden' susuyor. Oysa işin ehli olanlarına, belirli bir düzeye gelmişlerin konuşmasına ve onların önerilerine, öğretmelerine, paylaşımlarına ne kadar çok ihtiyacımız var. Çünkü eski ve yeniyi hamur hale getirebilir, yepyeni boyutları ancak bu sayede görüp öğrenebilir, gelişebiliriz.

Dikkâtinizi çekecek bir hikâyeyle sözü noktalayalım:

Ulu bir çınar ağacının hemen yanında, küçük bir kabak filizi boy göstermiş. Bahar ilerledikçe, çınar ağacına sarılarak yükselmeye başlamış. Yağmurların ve güneşin etkisiyle hızla büyümeye başlamış, neredeyse çınar ağacıyla aynı boya gelmiş. Bir gün dayanamayıp sormuş çınar ağacına:
- Kaç ayda bu hale geldin ağaç?
- "82 yılda" demiş çınar...
- "82 yılda mı?" diyerek katıla katıla gülmüş ve çiçeklerini sallamış kabak.
- Ben neredeyse iki ayda seninle aynı boya geldim bak!
- "Doğru" demiş ulu çınar "doğru." Günler günleri kovalamış, sonbaharın ilk rüzgârları başladığında kabak önce üşümeye sonra yapraklarını düşürmeye, soğuklar arttıkça da aşağıya doğru inmeye başlamış. Bu defa endişeyle sormuş çınara:  - Neler oluyor bana ağaç?
- "Ölüyorsun" demiş çınar... "Niçin?" diye sormuş kabak.
- "Benim seksen iki yılda geldiğim yere, sen iki ayda gelmeye çalıştığın için sevgili kabak" demiş çınar…
Anlayacağınız, olaylar kabak tadı vermeden; racon kesip çizmeleri aşmadan, bir an önce sorumluluklarımıza sahip çıkarak 'haddimizi bilmeyi' öğrenmeliyiz.
Tabi bu söylediklerim, kendi mantığını aşıp akıl almaz dünyalar peşine düşenlere değil, gerçekliğe kendini teslim edenleredir.

 

 

 
 
İstanbul - 26.12.2008
sufizmveinsan@gmail.com
sufafy@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com