Bazı
insanlar
tanırız,
bir
hayli
zarar
gördüğü
halde
aynı
davranışları
tekrarlarlar.
Örneğin,
borç
batağında
bunalan
biri,
bir
şekilde
borçlarını
kapatabilirse
yeniden
borçlanmanın
yollarını
arar.
Yani
yaşamı
boyunca,
aynı
hataları
tekrar
etmekten
bıkıp
usanmazlar.
Bunlar
hiç
akıllanmayacak
türlerdendir.
Nedeni
gayet
açıktır:
Dünyaya
meyilli
olmak!...
Kur’an’da
yer alan
“nehri
geçen
orduyu”
ve bu
ordunun
itaatsizlik
yaparak
nehrin
suyundan
çok
içmesiyle
ilgili
kıssayı
umarım
okumuşunuzdur.
Özetleyelim;
Talut
adlı
komutan,
Allah
için
cihad
emri
alır.
Ancak,
geçecekleri
bir çöl
ve bir
de nehir
vardır.
Ne var
ki, ona
gelen
vahiyde,
“nehre
gelince,
herkesin
attan
inmeden
ve
sadece
bir avuç
su
içmesi”
istenmektedir.
Talut’a,
“Bir
avuçtan
fazla
içenleri
ordudan
çıkar,
onlar
bozgunculardır.”
denmiştir.
Hüküm
verilirken,
maalesef,
ordunun
çoğu
kana
kana su
içme
itaatsizliğini
göstermiştir.
Sufi/batiniyorumlarına
göre bu
nehir
“dünya”dır
ve ondan
kana
kana
içmemek
gerekmektedir!
Bedir
savaşı
için
yola
çıkan
bin
kişinin
çoğunluğu
geri
dönünce,
“Bedir
ashabına”
kaç kişi
kaldıklarını
soran
Hz.
Muhammed’e
(s.a.v)
“313”
cevabını
veren
ashap,
Allah
Rasulü’nden
“Siz
Talut’un
nehri
geçen
ordusu
kadarsınız!”
tespitini
duymuşlardır.
Bedir
savaşına
çıkan
Müslümanlar,
yola
çıkarken
gerçek
sufileri
yanlarına
almayı
unutmuşlardı
ve bunun
bedelini
de
“ayna
nöronlar
misali”
yozlaşarak,
kalplerinde
korkuya
yer
vererek
ve
kendilerine
“Allah’tan
başka
bir
ilâh/tanrı”
edinerek
ödemeye
koyuldular.
Ruhlarının/bilinçlerininalmadığı,
idrak
edemedikleri
yere
şeklen
de
girmenin
mümkün
olmadığını
belki de
çok azı
anlayacaktı.
Hiç
şüphesiz,
bu da
alınacak
en büyük
derstir.
Bu çok
önemli
kıssayı
size
anlatmamın
nedeni,
dünya
hayatından
kendini
bir
türlü
kurtaramayan,
seks,
para ve
madde
bağlantısı/bağımlılığı
içinde
yaşamını
geçirenleri
uyarmak
içindi.
Herhalde
bu
düzenin
hep
böyle
devam
edip
gitmesini
arzu
ediyorlar.
Dünyadan
kana
kana
içtikçe
daha
mutlu ve
huzurlu
yaşayacaklarını
düşünüyorlar.
Ama
kıssada
ne hale
geldiklerine
tanık
oluyoruz.
İnsan
denen
doymak
bilmez
iştahın
geldiği
noktayı
iyi bir
analiz
edin.
Bugün
çoğu
insanın
amacı
nedir?
Kazanmak,
daha çok
kazanmak,
dahi iyi
giyinmek
ve bunun
karşılığında
maddeye
olan
hâkimiyetlerini
daha da
artırmak
değil
midir?
Manevî
yanı
bulunmayan
insan
okumayı,
diploma
sahibi
olmayı
neden
ister
ki?
Amacı, hem
toplumsal
yaşamda
yükselmek,
hem de
karnını
doyurmaktır.
Tek
gayesi
budur.
Oysa
davranış
zenginliği
ve
kapasitesi
olan,
dünyaya
değer
vermeyen
birinin,
örneğin
bir
davete
giderken
usta bir
terzinin
elinden
çıkmış
bir
elbiseyi giymesi
değil,
konfeksiyon
ürünü
bir
giysiyi
sırtına
geçirmiş
olması
düşünülür.
Bu
beklenti
boşa
çıkmaz.
Bunun
dışında
kişi;
“Ben bu
öğrendiklerimle
sonsuz
hayatımı
nasıl
kurtarabilirim?”
diye
neden
düşünmez?
Ne ki,
onun
için
önemli
olan
maddi ve
somut
güçlüklere
karşı
koymak
ve
beşeri
değerlendirmelerde
farklı
yorumlanabilecek
yaratıcılığı
göstermektir.
Zira o
güne
değin,
bütünlüğün
zedelenmesini
istemeyen
mistik
içerikli
bir
bilgi
ile
bağlantısı
yoktur;
temel
kaygısı,
sadece
diplomayı
almak ve
özlediği
hayata
kavuşmaktır.
Ve
birey,
bu
haliyle
mutlu
bir
şekilde
yaşayacağını
sanır,
ama
işler
hiç de
öyle
beklediği
gibi
tıkırında
gitmez.
Tahmin
etmediği durumlarla
baş başa
kalabilir.
Hal
böyle
olunca
kararlarını
gözden
geçirme
ihtiyacı
doğar.
Atalarından,
anne ve
babasından
duyduğu
kadarı
ile
tanrı
kavramı
aklından
geçer.
Ve onun
etrafında
dönüp
dolaşır.
Bu kez
ona
sığınmak
ister.
Ama
nafile!
Beklediği
huzuru
bulamaz.
Artık o
kişi; “BİR
AVUÇ SU”
ile
yetinmeyenlerden,
dünya
hayatına
değer
verenlerden
olmuştur.
Hele
Rasul
adıyla
tanınanları,
Allah
Rasulü’nün
buyurduğu
,
“124.000
Nebi
vardır,
bunlardan
313’ü
Rasul
vasfındadır.”
kapsamında
olanları
hiç
bilemez,
değerlendiremez.
|