Ünlü bir ressam, eserlerinin sergilendiği galeride, kim
olduğunu belli etmeden dolaşıyor, ziyaretçilerin
yorumlarını ilk elden almaya çalışıyormuş. Bu bilgiler
onun için çok değerliymiş. Bu yüzden de sergide, her
yaştan ve her sosyal sınıftan davetliler varmış.
Bir ara, en beğendiği tablolardan birinin önündeki yaşlı
adama takılmış gözleri. Adamın, durup dudak bükerek bir
şeyler mırıldandığını görmüş. Söz konusu resim, bir
süvariyi canlandırıyormuş. Merakla yaklaşmış ve sormuş:
- Beyim, sanırım resimde beğenmediğiniz bir durum var!
Sorunun ne olduğunu öğrenebilir miyim? Bu resmi ben
yaptım da... Adam kendinden emin, konuşmaya başlamış:
- Ben kırk küsur yıllık çizme ustasıyım. Resimde,
hatalar var. Süvarinin çizmeleri gerçeğe uymuyor. Mesela
şu gördüğünüz kıvrım, biraz daha aşağıda olmalıydı.
Topuk kısmı da ölçeksiz çizilmiş.
Ressam, adamın sözünün bitirmesini bile beklemeden izin
isteyip gitmiş ve biraz sonra, fırçaları ve boyalarıyla
geri dönüp yaşlı adamın söylediği hataları düzeltmeye
başlamış. Çünkü çizmeler gerçekten de hatalıymış.
Sanatçı daha işini bitirmeden, çizme ustası konuşmaya
başlamış:
- Bu süvarinin kalçaları da biraz uzun çizilmiş…
Ressam derhal sözünü kesmiş adamın:
-Yok, demiş, çizmedeki hatayı gösterdiniz, biz de
mesleğe saygı adına anında düzelttik. Ama lütfen
çizmeden yukarı çıkmayın!
Kıssadan hisse:
Bazı hatalar vardır, düzeltilmesi gerekir. İnsanoğlu
buna mecburdur. Ancak, kimi eleştiriler var ki hoşgörü
adı altında, yapıcılık yerine yıkıcı olmaya endekslidir.
Gönül gözüyle değerlendirmekten yoksun, disiplin ve
kural tanımayan bu tip hareketler duygusallık ve taklit
kokar. O kadar ki bu sahte tavırlar, sınır tanımaz, daha
da ileriye uzanır; zamanla dinin hükümlerine uymama
telkinine kadar varır. Bu yapmacık hareketler fark
edilemezse, sonuç hiç de iyi olmaz.
Şimdi lafı fazla uzatmadan, dilerseniz Mevlâna’nın
sözü ile hikâyeyi noktalayalım: “Bir lafa bakarım laf
mı diye, bir de söyleyene bakarım adam mı diye.” |