Düşünmek, muhakeme etmek!

     Düşünme, fikriyattan geliyor. Zihin yorma, algılama anlamını taşıyor.

     Çarçabuk yapılan işler var. Bunların bireyi ne hale getirdiği malumunuzdur. İnsanın bir eyleme geçmeden, iç dünyasında eni konu tartışarak o konunun eksik yanlarını saptaması, getirilerinin neler olabileceğini zihninde canlandırması gerekecektir.  

     Bazı eylemler, kısa süreli düşüncelerle gerçekleştirilir. Ancak, kimileri uzun uzadıya üzerinde durmadan, muhakeme etmeden dışa yansıtılamaz.

     Sartre bu yönde:

     “Düşünce özgürlüğünün olmaması, düşündüğünü söylememek değildir, düşünememektir.” diyerek anlamlı bir sözü dile getiriyor.

     Çoğumuz, düşündüğümüzü gerçekleştirme, aşamasına ulaşamadık.

     Çünkü niyet, yani düşünce başka oluyor, eylem farklı gerçekleşiyor.

     Bu durum, hâlâ “düşünmeyi becermeye çalıştığımızı” kanıtlıyor.

     O nedenle Allah Rasulü (s.a.v.), “Müminin niyeti, amelinden hayırlıdır” demiyor mu?

     Kendimizle ilgili her gerçeğin, her eleştirinin, nasıl bir tepki ile karşılandığını görürsek, bu, husus nasıl düşündüğümüzü anlama hususunu bize gösterir.

     Artık her şeyin apaçık görüleceği bir evrede, insanların gerçekleri merak edip konuştuğu ve paylaştığı bir dönemdeyiz.

     Dolayısıyla son derece dikkatli olmak gerekiyor.

     Çünkü toplum, gerçeklere vakıf olacak, örtülü bir şey kalmayacaktır.

     Taklidi yaklaşımlar terk edildlğinde, yaşam boyutu açığa çıkacak, kimin ne anladığı, ne anlamadığı anlaşılır hale gelecektir.

     Üstü kapalı ifadeler, mecazi yaklaşımlar yerini bilimselliğe yüksek frekanslı değerlere bırakacaktır.

     Tabi ki bütün bu bahsini ettiğimiz hususlar, düşünme ve muhakemenin yenilenmesi ile alakalı.

     Kur’an en önemli öğüt olarak, “Hâlâ düşünmeyecek misiniz, hâlâ tefekkür etmeyecek misiniz?” der.

     Bunun anlamı şudur: Düşük frekanslı oluşumlarla, evrensel kitabı algılayabilmeniz mümkün değildir. Bu basitliği terk ederek yüksek frekans seviyesine ulaşın ki, denilenleri algılayabilir, değerlendirebilir hale gelin. Çünkü bahsi geçen ifadeleri, yaklaşımları anlayabilmek için bu frekans gerekli. Sizi beden olarak kabul ettiren, düşük frekanslı koşullardan süratle uzaklaşın.

     Şurası muhakkak ki, içimiz sızlayarak da olsa gerçekleri göreceğiz. O halde, zor durumda kalmamak için, geniş tabanlı bakış imkânlarını elde etmeye çalışmamız, pozitif bilimle konuları çözmemiz şart gibi gözüküyor.

     Öncelikle insanoğluna hiçbir şey vermeyen, beyni adeta bloke eden ezbercilik anlayışından kurtulmakla işe başlamak gerekiyor.

     Ezbercilik çok kötü bir haslet!

     Ondan silkinmedikçe gerçekleri görüp öğrenebilmek, hayata geçirebilmek mümkün olmuyor.

     Bu çok önemli bir adım.

     Ardından, olayların derinliğine inebilme, içine girebilme, hemen her şeyi algılayabilme özelliği gelir.

     Düşünmek, muhakeme etmek, gerçek paylaşımları yapabilmek için, ezberciliğin yanı sıra terk edilmesi gereken çok kötü bir huy da yalancılıktır.

     Yalanlarla bir yere varılamayacağı ortada iken neden insanoğlu bu alçakça davranışı sahiplenir?

     Doğrusu, bunu anlayabilmiş değilim.

     Bizler yalan dolanla, böbürlenme ile değil, “kendi gerçek gücümüzle, yani beyin gücümüzle”, kısacası gerçek varlığımızla olaylara yaklaşım sağlayabilmeliyiz.

     Düşüncenin gücü çok şeyi değiştirir. Olmaz denilen şeyi olur hale getirir.

Bir yerde, beyin gücü ile hareket edilip edilmediğini saptamak için ortaya konan fiillere, eserlere bakmak yeterli olur.

     Çoğu Müslüman, namaz, oruç, zekât ve hac’dan bahsedecek, kulluğunu bu şekilde ifade etme yoluna gidecektir. Gerçekten de yapılan bu çalışmalar, aşağı yukarı, inananları kötülüklerden alıkoyar.

     Ancak, “bu kadardır” diyen düşünce yanılır.

     Çünkü Hz. Resulullah’ın “Ya Ali, sen Allah’a aklın ile yaklaş” sözü, bahsi edilenlerle yetinilmemesi gerektiğini vurgular, gösterir.

     Meseleye bu açıdan yakınlaşma sağlanırsa, kulluk çalışmalarının, amaç değil, araç olduğu anlaşılacaktır. “Anlaşılacaktır” diyorum, zira bu hususa dahi yine bir düşünme, muhakeme etme suretiyle varılır.

     Tefekkür yoluyla belirli bir netliğe ulaşanlar, kendilerine muhalif olanları ister istemez gıcık ederler, sinirlerini bozarlar.

     Düşünceyi küçük görmek ve değerini aşağılamak aklın, sağduyunun yapacağı bir şey değildir.

     Mekarimi ahlaktan nasibi olmayanlar, dediklerimi anlayamaz. Bu tür kişilerde kabalaşmanın işaretleri görülse de sonuçta, oturdukları yere mahkûm olurlar.

 
 
 

 

 
 
İstanbul - 26.05.2010
sufizmveinsan@gmail.com
sufafy@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com