Düşünme,
fikriyattan
geliyor.
“Zihin
yorma,
algılama”
anlamını
taşıyor.
Çarçabuk yapılan
işler
var.
Bunların
bireyi
ne hale
getirdiği
malumunuzdur.
İnsanın
bir
eyleme
geçmeden,
iç
dünyasında
eni konu
tartışarak
o
konunun
eksik
yanlarını
saptaması,
getirilerinin
neler
olabileceğini
zihninde
canlandırması
gerekecektir.
Bazı
eylemler,
kısa
süreli
düşüncelerle
gerçekleştirilir.
Ancak,
kimileri
uzun
uzadıya
üzerinde
durmadan,
muhakeme
etmeden
dışa
yansıtılamaz.
Sartre
bu
yönde:
“Düşünce
özgürlüğünün
olmaması,
düşündüğünü
söylememek
değildir,
düşünememektir.”
diyerek
anlamlı
bir sözü
dile
getiriyor.
Çoğumuz,
düşündüğümüzü
gerçekleştirme,
aşamasına
ulaşamadık.
Çünkü
niyet,
yani
düşünce
başka
oluyor,
eylem
farklı
gerçekleşiyor.
Bu
durum,
hâlâ
“düşünmeyi
becermeye
çalıştığımızı”
kanıtlıyor.
O
nedenle
Allah
Rasulü
(s.a.v.),
“Müminin
niyeti,
amelinden
hayırlıdır”
demiyor
mu?
Kendimizle
ilgili
her
gerçeğin,
her
eleştirinin,
nasıl
bir
tepki
ile
karşılandığını
görürsek,
bu,
husus nasıl
düşündüğümüzü
anlama
hususunu
bize
gösterir.
Artık
her
şeyin
apaçık
görüleceği
bir
evrede,
insanların
gerçekleri
merak
edip
konuştuğu
ve
paylaştığı
bir
dönemdeyiz.
Dolayısıyla
son
derece
dikkatli
olmak
gerekiyor.
Çünkü
toplum,
gerçeklere
vakıf
olacak,
örtülü
bir şey
kalmayacaktır.
Taklidi
yaklaşımlar
terk
edildlğinde,
yaşam
boyutu
açığa
çıkacak,
kimin ne
anladığı,
ne
anlamadığı
anlaşılır
hale
gelecektir.
Üstü
kapalı
ifadeler,
mecazi
yaklaşımlar
yerini
bilimselliğe
yüksek
frekanslı
değerlere
bırakacaktır.
Tabi ki
bütün bu
bahsini
ettiğimiz
hususlar,
düşünme
ve
muhakemenin
yenilenmesi
ile
alakalı.
Kur’an
en
önemli
öğüt
olarak,
“Hâlâ
düşünmeyecek
misiniz,
hâlâ
tefekkür
etmeyecek
misiniz?”
der.
Bunun
anlamı
şudur:
Düşük
frekanslı
oluşumlarla,
evrensel
kitabı
algılayabilmeniz
mümkün
değildir.
Bu
basitliği
terk
ederek
yüksek
frekans
seviyesine
ulaşın
ki,
denilenleri
algılayabilir,
değerlendirebilir
hale
gelin.
Çünkü
bahsi
geçen
ifadeleri,
yaklaşımları
anlayabilmek
için bu
frekans
gerekli.
Sizi
beden
olarak
kabul
ettiren,
düşük
frekanslı
koşullardan
süratle
uzaklaşın.
Şurası
muhakkak
ki,
içimiz
sızlayarak
da olsa
gerçekleri
göreceğiz.
O halde,
zor
durumda
kalmamak
için,
geniş
tabanlı
bakış
imkânlarını
elde
etmeye
çalışmamız,
pozitif bilimle
konuları
çözmemiz
şart
gibi
gözüküyor.
Öncelikle
insanoğluna
hiçbir
şey
vermeyen,
beyni
adeta
bloke
eden
ezbercilik
anlayışından
kurtulmakla
işe
başlamak
gerekiyor.
Ezbercilik
çok kötü
bir
haslet!
Ondan
silkinmedikçe
gerçekleri
görüp
öğrenebilmek,
hayata
geçirebilmek
mümkün
olmuyor.
Bu çok
önemli
bir
adım.
Ardından,
olayların
derinliğine
inebilme,
içine
girebilme,
hemen
her şeyi
algılayabilme
özelliği
gelir.
Düşünmek,
muhakeme
etmek,
gerçek
paylaşımları
yapabilmek
için,
ezberciliğin
yanı
sıra
terk
edilmesi
gereken
çok kötü
bir huy
da
yalancılıktır.
Yalanlarla
bir yere
varılamayacağı
ortada
iken
neden
insanoğlu
bu
alçakça
davranışı
sahiplenir?
Doğrusu,
bunu
anlayabilmiş
değilim.
Bizler
yalan
dolanla,
böbürlenme
ile
değil,
“kendi
gerçek
gücümüzle,
yani
beyin
gücümüzle”,
kısacası
gerçek
varlığımızla
olaylara
yaklaşım
sağlayabilmeliyiz.
Düşüncenin
gücü çok
şeyi
değiştirir.
Olmaz
denilen
şeyi
olur
hale
getirir.
Bir
yerde,
beyin
gücü ile
hareket
edilip
edilmediğini
saptamak
için
ortaya
konan
fiillere,
eserlere
bakmak
yeterli
olur.
Çoğu
Müslüman,
namaz,
oruç,
zekât ve
hac’dan
bahsedecek,
kulluğunu
bu
şekilde
ifade
etme
yoluna
gidecektir.
Gerçekten
de
yapılan
bu
çalışmalar,
aşağı
yukarı,
inananları
kötülüklerden
alıkoyar.
Ancak,
“bu
kadardır”
diyen
düşünce
yanılır.
Çünkü
Hz.
Resulullah’ın
“Ya Ali,
sen
Allah’a
aklın
ile
yaklaş”
sözü,
bahsi
edilenlerle
yetinilmemesi
gerektiğini
vurgular,
gösterir.
Meseleye
bu
açıdan
yakınlaşma
sağlanırsa,
kulluk
çalışmalarının,
amaç
değil,
araç
olduğu
anlaşılacaktır.
“Anlaşılacaktır”
diyorum,
zira bu
hususa
dahi
yine bir
düşünme,
muhakeme
etme
suretiyle
varılır.
Tefekkür
yoluyla
belirli
bir
netliğe
ulaşanlar,
kendilerine
muhalif
olanları
ister
istemez
gıcık
ederler,
sinirlerini
bozarlar.
Düşünceyi
küçük
görmek
ve
değerini
aşağılamak
aklın,
sağduyunun
yapacağı
bir şey
değildir.
Mekarimi
ahlaktan
nasibi
olmayanlar,
dediklerimi
anlayamaz.
Bu tür
kişilerde
kabalaşmanın
işaretleri
görülse
de
sonuçta,
oturdukları
yere
mahkûm
olurlar. |