“Duygulanım” anlatılması zor bir kavram.
Görünen, tutulabilen, koklanabilenden biraz farklı,
duygulardan öte bir yaşam hali. Kavramların tam
yerine oturamadığı, soyut bir şeyi düşünmenin,
dillendirmenin karşılığı olan bir his “duygulanım”.
Bu sözcüğün psikolojide adı sıkça geçiyor. Tasavvuf
felsefesinde içsel bir yolculukta, öze doğru uzanıp bir
başka boyutu algılamaya/değerlendirmeye başladığımız
anda net bir şekilde karşımıza çıkıyor.
Benim duygulanımdan bahsetmemin sebebi de bu noktayla
çakışması ile ilgili.
Stringler boyutundaki bir manayı, daha açık söyleyelim,
mana suretini hissedebilmeye yarıyor, anlatmak
istediğim konu. Örneğin, bal yedikten sonra tadını
tarif etmeye benzer bir durum var ortada.
Bahsi geçen mana suretinin dillendirilmesi de böyle
oluyor. Kabaca da olsa, günlük hayatımızda buna benzer
daha değişik örneklerini bulabiliriz: Acıkma hissine
karşılık meydana gelen bir heyecanlanma veya aksi bir
nedenle iştahın kapanmasına vesile olabilecek bir
isteksizlik hissi gibi…
Esma düzeyinde de bir mana suretini algılamaya çalışan,
önderlik eden bir his ‘duygulanım.’ Her ne kadar,
yaşadığımız boyutun temel yapı taşı durumunda olan
duyguların kökeninde mana bileşkeni bulunuyorsa da,
onları yaşama, açığa çıkartma ile hiçbir alakası yok bu
olgunun.
Spinoza’ya
göre duygulanım; “dürtüler, güdüler ve sezgiler
topluluğuna verilen bir ad”. Ben bu açıklamaya
katılamıyorum. Bu, düpedüz duygunun tanımı. Zira söz
konusu kavram, sonuçta astrolojik realiteye, tabiat ve
şartlanmalara dayalı. Böyle olunca “duygulanım”
sözcüğü ile bir bağ kurulması uygun düşmüyor.
Böylesi bir bilincin nasıl ve nerede vücuda geldiğini
anlamak, algılanan somut boyutun dışında kalır. Haliyle,
duygulanım ile duyguların karıştırılmaması gerekir.
Dürtüler, güdüler, refleksler, biçimlerin-şekillerin
aynası sayılır. Terbiye edilmemiş halidir. Onlar öz
varlıktan kopmuş, zihin-beden işbirliğine girmiştir.
Bahsini ettiğim, özde mevcut olanın algılanışı. Ancak,
kelimelere dökülmesi imkânsız olan bir şey. Esasen, ‘manaların
kendi boyutundaki anlamlarının çok farklı oluşu,’
yansıyan tanımlarının bize nispetle aktarımı/isimlenişi,
anlatmak istediğim tezi biraz olsun doğruluyor.
Bu nokta itibari ile “duygulanım” denen halin somut
olarak anlatılamamasının nedeni biraz da bu. Hani
‘tarifi imkânsız’ derler ya, işte aynen öyle. Çünkü
somut sayılabilir, yani görünür, kolaylıkla
algılanabilir olması söz konusu değil.
İnsanoğlu, ancak beden kayıtlarının dışına çıkabildiği
anda bu yoğunluğu hissedebilir, yaşayabilir.
Duygulanımı bulmak, doyasıya yaşamak ve tepki vermemek
gerekir. Zira, tepki verildiği anda konu duygulara
dökülür ve işin işinden çıkılmaz hale gelir.
Kelimelerin hiçbir şey ifade etmediği bir halin hakkını
vermek, yani salt bir anlam olarak yaşamak herhalde
yapılacak en doğru ve yerinde iştir.
Sevgi ile kalın. Allah’a emanet olun. |