İnsanın takındığı
tavrı, izlediği aktif, inisiyatif alabilen, güven veren
duruşu, her şeye rağmen başardığı istikrarı eğitim
sayesinde oldu. Böylece ‘halife’ konumuna biraz daha
yaklaştı. Diyalog ve işbirliği de eğitimin bir parçası
bir başka yüzüdür.
İmam-ı Azam “cahillerle
yaptığım bütün tartışmaları kaybettim” diyor. Hz.
Ali’ye göre:
“Cahilin cahilliğini
kanıtlamak kolaydır, fakat ona itiraf ettirmek güçtür.”
Benjamin Franklin’e
göre: “Cahil, soru sormaz” mış
Kestirmeden gidelim.
Kısa da olsa bu uyarıların akabinde ağzımızdan çıkacak
tek bir sözün olduğuna inanıyoruz: Eğitimin gerekli
oluşu.
Peki gerçek anlamı nedir bu sözcüğün ?
Eğitilen insanların, kolay kandırılamayacağını, asla
gafil olamayacağını, tam tersi bir 'kişilik-kimlik
sahibi birey' olacaklarını bilmek, hayatta hemen her
şeye pozitif bakabilmek, bazen de aldanırmış gibi
yaklaşımları da beraberinde getiriyor diye
düşünüyorum.
Eğitime, yalnızca eğitime önem vermek, bizi gerçekten
eğitecek ve geliştirecektir.
Peki biz ne yapıyoruz?
Eğitimle ilgili ilgisiz her konuyu, eğitimle aynı kaba
koyup berbat ediyoruz. Hele hele en önemli değerlerimiz
olan çocuklarımızı eğitmeyip onların yaşama
'hasarlı' başlamalarına neden oluyoruz.
Acaba cahilliğimizi fark edip onlara bu hastalığı
bulaştırmaktan vazgeçecekmiyiz?
Bakın bu konuya temel olan hikâyemiz de şöyle diyor:
Bir gün ormandaki tüm hayvanlar bir araya gelip, ormanda
yaşayan hayvanların çok cahil olduğundan yakınarak,
"eğitim şart" dediler ve okul açmaya karar verdiler.
Hepsi büyük bir alanda toplanıp aralarından yönetim
kurulu üyelerini seçtiler. Kurul, tavşan, kuş, sincap ve
balıktan oluştu. Her bir üye müfredatta yer almasını
istediği ve önemli gördüğü dersler için birer sunum
yaptı. Tavşan müfredatta 'koşma' dersinin bulunmasını
istedi. Kuş, uçmanın, balık, yüzmenin, sincap da ağaca
tırmanmanın ve toprak kazmanın mutlaka zorunlu dersler
arasında olması gerektiğini savundu. Sonunda yönetim
kurulu tüm bu dersleri bir araya getirip bir müfredat
yaptı ve ormandaki hayvanların bu derslere göre
eğitilmesini sağladı. Ve eğitim dönemi başladı. Tavşan,
koşu dersinden "pekiyi" alıyor olmasına rağmen, ağaca
tırmanmak onun için çok ciddi bir sorundu. Sürekli
başının üstüne düşüyordu. Düşe düşe bir süre sonra beyni
hasar gördü ve eskisi gibi koşamaz oldu. Artık koşuda
"pekiyi" almak yerine, "geçer" not alıyordu ve tabii ki
ağaca tırmanışında her zaman zayıf alıyordu. Kuş uçmada
çok iyiydi, ama sıra toprak kazmaya geldiği zaman, o
kadar başarılı değildi. Durmadan gagasını ve kanatlarını
kırıyordu. Bir süre sonra toprak kazma notu hâlâ "zayıf"
olmasına rağmen, uçma notu "geçer" e düşmüştü. O da
ağaca tırmanmakta çok zorlanıyordu. Balık yüzmede
mükemmeldi, ama ne ağaca tırmanabiliyor ne de
koşabiliyordu. Ne zaman bunları yapmaya kalkışsa ölecek
gibi oluyordu. Sonunda yüzgeçleri zarar gördü ve artık
yüzmeyi bile yarım yamalak yapar oldu. Zavallı sincap
boğularak öldü. Sonuçta sınıf birincisi olan hayvan, her
şeyi yarım yapabilen, zeka düzeyi ortalamanın altında
olan hayvan oldu.
Ancak eğitimciler, kendi açılarından çok mutluydular;
çünkü herkes bütün dersleri görüyordu ve bu paradigmanın
insan gelişimi için çok gerekli olduğunu düşünüp
yaptıklarıyla gurur duyuyorlardı.
Oysa eğitim çok ciddi bir
iş. Dar tabanlısı da geniş tabanlısı da ehil ellerde
dikkatlice hazırlanmalı ve uygulamaya geçilmeli.
Çünkü, yanlış alınan kararlar ve eğitim, topluma fayda
değil zarar getirir.
Ortak değerlerin, saygının ve sevginin herkese aynı
şekilde öğretilmesi sağlanırken, kişilerin özel
kabiliyetleri ve istidatları göz önünde bulundurulmalı
ve bütün bunların doğrultusunda objektif yaklaşım
yapılabilecek bir eğitim sistemi oluşturulmalıdır.
Sağlıklı bir toplumun, copy-paste olarak değil,
kendi becerilerine, üretimlerine göre eğitilmiş
bireylerden oluştuğunu unutmamalıyız.
L.Broughon'un dediği gibi "Eğitim görmüş bir halkı
bir yöne sevk etmek kolay, sürüklemek güçtür; idare
etmek kolay, köleleştirmek ise imkansızdır".
Ormanda bile eğitimin önemi sözkonusu iken, toplumsal
yapımızda bu hassas konuya gerektiği gibi eğilmeyi
bilmeliyiz. |