Temel eksiklik
 
Ahmet F. Yüksel
 

Toplum yaşamında temel eksikliği, önce bilgide, davranışlarda, değer yargıları ve buna bağlı yorumlarda, şartlanmalarda aramak gerekir diye düşünüyorum. Şayet bir toplumda kişiler bilgili, sezgi yanı güçlü,  birbirine saygılı oluyor, çıkarlarını düşünmüyor yani bencil davranmıyor, karşısındakini kendine tercih edebiliyor, üretken oluyor, uzun vadeli yaşamayı dilerken, ölüm ötesini sumen altı etmiyor, etiğe uymayan davranışlarda bulunmuyor, bu şekilde davrananı yakını bile olsa kınıyor, özverili davranmayı biliyor, tepki vermiyor, aşama yapmak, üretebilmek için durup dinlenmeden çalışıyor, çaba gösteriyor, eleştirel davranışlar kendine yöneldiğinde samimi tavırlarla eleştireni haklı buluyor, düşünüyor, muhakeme ediyor, kendini düzeltmeye gayret ediyor, kaygı ve benzeri düşüncelerden, maddi ve manevi değerleri (makam-mertebe gibi)  kaybetme anlayışından uzak yaşıyor, aslını hakikâtini bulmak için çaba gösteriyor, haksızlığa karşı Allah Rasulü’nün deyimi ile ‘dilsiz şeytan’ konumuna düşmüyorsa böyle bir toplumda kirlilik, cehalet, derin eşitsizlikler olabilir mi?

Bir de bu yazılanların aksini düşünün: Kişiler birbirine saygısız, menfaat peşinde koşuyor, çifte standartlı olarak, ezilenlerin değil, haksız ama gösterişli olanın yanında yer alıyor, taklitçiliğini bir şekilde devam ettirirken acayip bir şekilde hem dedikodu ediyor hem de ‘yerin kulağı var’ korkusu ile yaşıyor…

İşte böyle bir toplum veya kişi onurlu bir ahlâka sahip olabilir, o toplumda işler istenildiği gibi düzgün gidebilir mi?

Bu değer yargıları, etik değerler arasında yer bulabilir mi?

Herhalde hayır!

Olaylar sırasında, bu temel eksiklikleri, değer yargıları, zaafları, peşin hükümlülükleri dikkâte alındığında insanlara güvenle, emin bir şekilde bakmanın bir gerekçesi kalmıyor demektir.

Yazılan ve söylenenlerle yapılanlar arasında büyük bir farkın olduğunu dile getirmek mümkün. Şimdi böyle bir ortamda nasıl bir değişimin yaşandığını, farklılaşmanın oluştuğunu söyleyebiliriz?

Manevi öğeler/değerler içeren yaşam kalitesinin bir an önce topluma ayna olmasını beklemekten başka çare yok gibi. Bu hususun altını çizerek söylüyorum. Zira, ne kadar çağdaş, ne kadar uygar olursak olalım durum hiç değişmiyor. Sanki insanlar birbirini yemek, alt etmek için uğraş veriyorlar. Ve bunu hayatın/var oluşun bir şartı olarak kabul ediyorlar.  ‘Yaratılanı severim, Yaratandan ötürü’, ‘Bütün Müslümanlar kardeştir’ veya benzeri türden sözlerin biraz boşlukta kaldığına tanık olunuyor. Yani bu harika uyarılar sadece kâğıt üzerinde kalıyor, unutulup gidiyor.

Dostlarıma her zaman şunu söylerim: Bizim toplumsal bir illetimiz var; görülmemesi gerekeni görmek hiç akılcı bir iş değildir. Çoğu kez insanın başına dert açtığı için genelde çoğumuz gözlerimizin önünde olup biteni görmek istemeyiz. Şahit olmaktan kaçınırız. Çünkü görmemek daha rahatlatıcı bir durum yaratır. Ayıca, bu bir kaçışın işaretidir. Nedense bazı yerlerde bu özveriyi çıkarlarımız uğrunda kullanırken ‘görmemiz gereken yerlerde’ görmemeyi, ‘ görmememizi gerektiren durumlarda ise sanki üzerimize vazifeymiş gibi görmeyi’ yeğliyoruz. Yani sorumluluğu üzerimize almak istemiyoruz  ya da bazı olayların üstüne balıklama gidiyoruz. Çünkü, duygularımıza, terkibi yapımıza uygun düşüyor.

Bacon ‘Bilgi kuvvettir’ der. Kuvvet ise bize özümüzden gelmektedir. Artık bu söze kulak verip eksikleri gidermenin tam zamanıdır.

Yoksa bizleri daha birçok vahim sayılabilecek meselenin beklemesi işten bile değildir.

 

Sevgi ile kalın. Allah’a emanet olun.

 

Bu yazı Akşam gazetesinde 10.10.2007 tarihinde yayınlanmıştır.

 

 

 
 
Medine - 10.10.2007
sufizmveinsan@gmail.com
sufafy@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com