Ellerimiz

   

    

     Bazen görmek, duymak, koklamak yeterli olmuyor dışa vurumda, dokunma da gerekiyor. Dokunma olmayınca, insan kendinde bir eksikliğin  oluştuğunu fark ediyor el ile temasla bir bütünlük kazanıyor.                                        

     Dış yaşantımız ile bağlantıyı, bir anlamda hayal ile gerçek arasındaki ayrımı belirleyen bir algı türüdür, dokunma ile temas!..

     Kesitsel algılama araçlarının en gelişmiş ve etkinlerinden biri olduğunu kabul ettiğimiz dokunma duyusu, bedenin değişik bölgelerine göre farklı hassasiyet kazanır. Duyu sinirleri, vücut yüzeyine eşit dağılmadığı için, vücudun bazı kısımları çok duyarlı olduğu halde bazı yerleri aynı duyarlılıkta değildir...

     Dokunmada bedenin en hassas kısmı, dış dünyaya açılan kapı olarak nitelendirebileceğimiz azamız,Ellerimizdir. Özellikle, parmak uçlarının iç yüzeylerinde bu hassasiyet fazlaca kendini gösterir. Bu bölgelerin üstten tırnakla desteklenmesi duyarlılığı daha da artırmaktadır. (Esasen, tırnaklar olmasa, el tutma işlemini yerine getiremezdi.)

     Kendine özgü sinir uçları bulunmayan ve sinirler vasıtasıyla tüm vücudu saran biyoelektriksel faaliyetlerin kesikliği nedeniyle meydana gelen kaşınma hissini gidermek için parmak uçları veya bedenin diğer bölümleri dirsek vs kullanılır. Hafif bir sürtünme işlemiyle o bölgedeki arıza giderilebilir ve biyoelektriğin sinirler üzerindeki akışkanlığı sağlanarak vücuda dağılması temin edilir.

     Ellerin biçimi ve hareketi hem bizi tanımlar, hem de dış dünya ile bağlantının yöntemini oluşturur. El, vücudumuzun eldiveni, dili, tercümanı, yüreğimizin sözcükleri gibidir; duygularımızın, kısaca iç dünyamızın, dışarıya dönük davranışlarımızın aynasıdır. Bu bağlamda Churchill 'in zafer işareti, Kruçev 'in tokalaşması, Papa'nın takdisi ve daha yüzlercesi örnek olarak gösterilebilir.

     Bir tek el hareketi, birbiriyle çelişen olumlu ve olumsuz  farklı konumlamaları meydana getirebilir.

     El sıkışmak, dostça bir hareketin simgesi iken, elin tersi ile bir şeyi itmek, onu kabullenmemek, reddetmek anlamına gelmektedir.

     Ellerimizi açtığımızda, yardım edebilme ve karşıdakine bir şeyler verme veya şekline göre aman dileme; yumruğumuzu sıktığımızda, sinir, kavga ve anlaşmazlık mesajlarını gönderiyoruz. Ellerimizle işaret ediyoruz, itiyoruz, çekiyoruz, okşuyoruz, havaya kaldırıyoruz, alkışlıyoruz...

     Bu hareketlerin hepsinin ayrı bir dili, ayrı bir anlamı var.      Vücut dilinin en güzel yansıtıcısı olma özelliği nedeniyle de eller, çok önemli. Mimikler gibi, ama daha da farklı... “Üçüncü bir gözünüz olsaydı nereye konmasını isterdiniz?” diye sorulduğunda  bir çocuk :
    “İşaret parmağımın ucuna” diyerek en anlamlı cevabı vermiştir.

     Çünkü el, vücutta -eklem çokluğuna bağlı- en oynak, ekseni etrafında dönebilen azadır.
     “Beş parmağın beşi de birbirine benzemez”sözü de mecazi yolla bir gerçeğe atıfta bulunmaktadır.

     Işığın olmadığı yerde, bir nesne el yordamı ile kolaylıkla bulunabilirken, görme duyusundan yoksun olanlar, parmak uçlarıyla okuma yoluna gidebilmektedir. Keza, sağır ve dilsizler de kendilerine özgü el işaretleri ile gayet güzel anlaşabilirler.      El, bedenin simgesel olarak da en önemli yapı taşlarından biridir. Biçimi ve görünüşü, bireyin karakter analizinin yapılmasında ve  bazı psikolojik tanıların konmasında yardımcı olmuştur.

     Şeklin incelenmesi, avuç içindeki  çizgilerin yorumlanması sonucunda da, kehanet sanatı ortaya çıkmıştır. Bazı araştırmacılara göre el, düşünce dünyasının bir yansıması olarak kabul edilmektedir. Paleolitik dönemlere  ait mağara resimlerinde rastlanan değişik görüntülerdeki  el siluetleri, çok eski devirlerden beri, insanoğlunun el konusunda ne kadar duyarlı olabildiğini açıkça ortaya koymaktadır. El, sadece günlük yaşamın vazgeçilmez bir parçası olmakla kalmamış, mistik inançların da mecazi ve teknik detayları arasına girmiştir. Mısır hiyeroglifinde avuç içinde  var olduğu kabul edilen göz, kehanette bulunmayı getirirken,  Budizm’de, şefkat dolu bilgeliğin simgesi olmaktadır. Mistik inançlara göre  Mutlak Yaratıcı’nın eli, ihsanda bulunarak, korumayı ve adaleti sağlamak, zorbalığa dur demek için  kullarına uzanır. O el, bir gücün temsilcisidir!..

     Kur’anı Kerim’de, “Buyurdu: "Ey İblis (ikileme düşen)! İki Elim (ilim ve kudret) ile yarattığıma secde etmene ne mâni oldu? Benliğin mi engel oldu, yoksa Alûn'dan (Âdem'e secdesi söz konusu olmayan yüce kuvvelerden {meleklerden})mi olduğunu sandın?"  [SAD SURESİ – 75/ AHMED HULÛSİ/KUR'ÂN-I KERÎM ÇÖZÜMÜ] diyerek mecazi de olsa bu noktaya atıfta bulunuyor.

     Diğer yandan Allah Rasûlü Hz.Muhammed’in (s.a.v) dua ettiğinde ellerini koltuk altları görününceye dek göğe kaldırdığı tespit edilmiştir. Keza O, duanın bu şekilde yapılması üzerinde hassasiyetle duruyor. Çok ilginçtir, Hz. Rasulûllah (s.a.v), bela okuduğunda da (yaşamı boyunca çok az bela okumuştur) avuç içlerini yere bakacak şekilde uzatır. Gaye, topraktan negatif elektrik almak ve bu negatif elektriği sinir sistemi  vasıtasıyla beyne ulaştırmaktır. Beyinde yoğunlaşan olumsuzluk enerjisi yönlendirici dalgalar vasıtasıyla istenilen hedefe ulaşmaktadır. Allah Rasulü (s.a.v) bir  hadisinde  “Sol elle yemek yiyenlerin elleri kırılsın”  derken vücuda sol el ile yapılan girdinin mutlaka negatif olacağına işaret etmektedir. 

     Abdest, suda bulunan elektriğin ozmos yoluyla (yani derideki hücrelerin suyla girdiği fiziki reaksiyon sonucu) vücuda alınmasını sağlamaktadır. Böylece, hem vücuttaki mevcut enerji artmakta, hem de hareketlenme meydana gelmektedir.
     Bu artan ve hareketlenen enerji de beyin tarafından namaz esnasında okunan ayetlerin birimsel ruhumuza  güçlü bir şekilde yüklenmesine sebep olur.Teyemmüm de aslında vücuttaki biyoelektriğin düzenlenmesi esasına bağlı olarak yapılır.

     Nasıl ki elektronik aletlerde topraklama sistemi olmadığında, üzerlerinde biriktirdikleri statik elektrik zaman içinde büyük arızalara yol açıyorsa, insan bedeni üzerinde biriken statik elektriklenme de uzun vadede beyinde parazitlenmelere neden olacaktır.

     İbadet esnasında ruha yükleme yapmada en önemli unsur beyin olduğundan, Efendimiz (s.a.v) yine su olmayan ortamlarda en azındanbu  düzenlenmenin gerçekleşmesi için, teyemmüm kolaylığını bir alternatif olarak sunmuştur. Dikkat edilirse bu işlemlerde de “ELLER”  en önemli araç olarak kullanılmaktadır.

     Keza Hıristiyan âleminin elçisi Hz. İsa’nın ölüyü dirilttiği anda bir kolunu göğe, diğerini yere paralel şekilde tutması tesadüfî hareketler olarak değerlendirilmemeli ve bunun teknik bir izahının olabileceği akla getirilmelidir.
      Bu eylemde aynen duada olduğu gibi  eller bir anten vazifesini görmekte, böylece kozmik tesirlerin algılanmasında kolaylık sağlanmaktadır. Bu şekilde daha uyumlu ve güçlü bir şekilde  hassasiyet kazanan beyin, yukarıda da belirttiğimiz gibi, arzulanan şeyi yapabilmektedir...

 

Arkadaşına gönder 

 

 

Paylaş