Allah ehli
olabilmek, evrensel bilinçle düşünmek demektir. Yaşımız
biyolojik olarak ne olursa olsun, kendimizi şuur
boyutunda bulmak için epey bir çabanın sarf edilmesi
gerekiyor.
Dövüş sporlarına meraklı öğrenci, hocasına gider ve
"dövüş konusunda uzmanlaşmak istiyorum. Ne kadar
zamanımı alır?" diye sorar. Hoca "On yıl"
cevabını verir. Sabırsız öğrenci atlar: "Ama bu çok
uzun. Ben daha hızlı uzmanlaşmak istiyorum. Çok
çalışırım, herkesten daha uzun saatler egzersiz yaparım,
tüm hayatımı buna adarım. O zaman ne kadar sürer?"
diye sorar.
Hoca öğrenciye şöyle bir bakar, biraz düşünür ve
"Yirmi yıl" der.
Bu hikâyedeki öğrenci, bana okullarından “çok iyi
derecelerle mezun olup” iyi bir işe başlamak ve bir
an önce yükselmek isteyen aceleci gençleri hatırlatıyor.
Ayrıca ben bu hikâyeyi “tasavvufi eğitim almak
isteyenlere” örnek olsun diye aktardım. Kıssadan
hisse, hocanın mesajı aynen onlar için de geçerli. Zira
zor olan şeyler, kolayca elde edilemiyor. Mizacın
yeterli olması yanı sıra, elde edilmek istenen
ilim ve yaşam için öğrenilmesi gereken ilk şey
sabır. Bu aşamada beklentilere ve hırslara yer
yok.
İlim yolunda hızlanabilmek için yavaşlamayı
gerçekleştirmek de oldukça önemli. Çünkü seyri
sulukta dikkat çekici şeyler, süratle, hızlı geçilmiyor,
oturması bekleniyor. Şems’in Mevlana’dan belirli
sürelerde uzaklaşma sebeplerinden biri de bu, belki de
ilki. Yani hızlı olduğunu sandığınızda kişi, inanılmaz
bir şekilde geriye düşüyor.
Ama bunun farkına varamıyor.
Yok mu bu işte bir tuhaflık sizce de?
Şükürsüz ve kanaatsiz insanlar gibi olmak da neyin nesi!
En önemli beceri, bunun ayırdına varabilmek.
İnsanları okumak, anlamak, davranışlarının altında yatan
niyetleri kavrayabilmek, zekâyı yerinde kullanabilmek,
ama en değerlisi uzun vadeye dayalı işler yapabilmek ve
bu vasıflarda olan kemalât sahibi bir insan durumuna
gelmek kolay şey değil.
Bir atasözü vardır; "sabır ve sebat, dağları yerinden
oynatır" diye. Herhalde bunu boşuna dememişler.
Anlatmak istediğim bir diğer hikâye ise belli
kademelere yükselmiş, başarısını kendine ve etrafına
ispatlamış, becerisi, bilgisi ve özgüveni yaşlı bilgenin
konumuna, gelişimine yönelik biri ile ilgili…
Japonya'nın çok hızlı bir
gelişme yaşadığı, "Aydınlanmış Yönetim Dönemi"
diye bilinen "Meiji dönemi” yıllarında Zen
ustasına bir ziyaretçi gelir. Amacı, ustanın
öğretisi üzerine uzmanlaşmaktır. Usta, ziyaretçisine çay
ikram eder. Ancak fincan dolduktan sonra da çayı dökmeye
devam eder. Ta ki ziyaretçi kendini tutamayıp,
"görmüyor musun fincan doldu, daha fazla almıyor"
diyene kadar... Usta durur ve
"Tıpkı fincanın gibi sen
de kendi görüşlerin, inançların ve varsayımlarınla
dolusun. Sen fincanını boşaltmazsan ben sana nasıl bir
şey öğretebilirim?" der.
Bilgili, becerili ve özgüvenli olmak, öğretici ve
eğitici olabilmek, liderlik vasıflarını benimsemek,
insanları önemli bir noktaya getiren özelliklerdir
elbette, ama tamamen "kendiyle dolu olmak" ve bu
niteliklerle hocasının karşısına çıkmak,
öğrenebileceklerinin önündeki en büyük engeli teşkil
eder. İnsan ne kadar dolu, ne kadar bilgili de olsa,
şayet öğrenmeye ihtiyaç duyuyorsa ve bilgisini koz
olarak kullanmaya başlarsa, hoca olarak seçtiği
kişiden hiçbir şey alamaz.
Dikkatinizi çekerim. Mevlana’ya da önce
bildiklerini unutması gerektiği söylenmedi mi? O da
teslimiyet içinde gözü gibi baktığı kitaplarını havuza
attı. Şu halde, yeni şeyler öğrenmek için yapılması
gereken, bildiklerimizi unutmak veya dondurmak, geniş
hacimli ve hazımlı olabilmektir.
İnsani gelişimde her zaman önem taşıyan bir diğer konu
da benimsenen hocanın her hareketini takip edebilme
yetisidir. Bunu onun hakkında dedikodu malzemesi yapma
anlamında söylemiyorum, sadece öğrenme adına dile
getiriyorum.
Gerekli olan, hocanın 'ne bildiği’ ve
davranışlarının tespitidir. Özel hayatı değil.
Şayet özelinizi ön planda tutmaya kalkarsanız işin içinden
çıkamaz hale gelir, gayenizi unutuverirsiniz.
Şöyle arkanıza bir yaslanın ve anlattıklarımı düşünün
lütfen. |