Entellektüel çevre asileşiyor mu?
Ahmet F. Yüksel
 

Entel takımı, sohbet ortamında, mistik bir sorundan bahsedilince –istisnaları dışında- ondan öcü gibi korkar, uzak durur. Bu tartışmaya karışmak, bulaşmak istemez. Söz konusu takıma göre, dünya yaşamı için tavır almak, hak ve adaletten yana olmak, insanları sevmek, bazı şeyleri değiştirmek, doğru dürüst, insan gibi insan olabilmek, güzel insanlar yetiştirmek, onlarla sohbet etmek kâfidir. İşin garip yanı, kendilerini tek kutuplu dünyanın lokomotifi sayan bu çevrede, inançlı bir âleme yol almak, geçici duraklamalar olarak algılanır.

Yapılan bir şey ahlaka uygun değilse, zaten bu “insana yakışmayan bir haslettir”, denir geçilir.

Oysa benim değinmek istediğim bir başka nokta var. Şöyle ki; son günlerde köşe yazarlarında garip bir tutum hâsıl oldu. Çoğu din’e karşı olmalarına rağmen, türban olayı ile bağlantılı, dinle ilgilenir hale, örtünme bahsini bahane ederek tesettürle ilgili ayetleri bir ilâhiyatçı edasıyla çözme konusuna girdiler. Amaçları, örtünmenin gerekli olmadığını savunarak inanç katmanına gölge düşürmekti. Ancak, hiç anlamadıkları konularda, maalesef, yabancılık çektikleri her hallerinden belli oldu.

Uygarlığın en önemli bir ölçütü olarak kabul ettikleri kadın-erkek eşitliğini savunanlardan, kadının ikinci sınıf insan kategorisine konulmasını desteklemeyenlerden, (sanki böyle bir düşünce varmış gibi) kadının aydınlıkta kalmasına kılıf uydurmaya çalışanlardan, “irtica başını aldı gidiyor” diye dövünenlerden,  kadının örtüye bürünmesini kabul edemeyenlerden, evrensel sistemi ortaçağ uygulaması gibi kabul edip yerden yere vuranlardan söz ediyorum.

Bunu reel politik saplantı diye tanımlamak mümkün.

Ege Cansen, beğendiğim, devamlı takip ettiğim, okuduğum bir yazardır. O dahi ekonomi ilgili makaleler yazmasına karşın devreye girdi ve bakın neler söylüyor:

İslam’ın kendi kaynağını kullanarak, insana şah damarından da yakın olan Allah’a yaklaşmak için Arabistan’a gitmek gerekmez, inancımı açıkça ifade ettim. Bir şeyi (mesela dini) onun içinde kalarak incelemeye çalışanlar, onun bütününü göremez, bütünü görmek için ona dışardan bakmak lazımdır, dedim. Tenkit de, takdir de aldım.” (Laikler de Dinden anlar. /Ege Cansen 01.03.08 Hürriyet gazetesi.)

Şayet bu sözleri bilerek, kendini tanımak isteyen birinin edasıyla söylüyorsa yerden göğe kadar haklıdır. Düşüncelerini reddetmemiz kaçınılmaz olur. Yok, tenkitlerini konuyu başka taraflara çekmek, biraz da ‘havalanmak için’ yapıyorsa bilmeli ki, bu tavrı Allah’a isyan demektir.

Zira, işin bir de sistem tarafı vardır.

İşte, o ve benzerleri, bu noktayı hiç dikkate almıyorlar.

Makalesinde okuduğunuz gibi ‘Arabistan’a gitmeye gerek yok’ ibaresi ile sözlerimizin doğruluğu kanıtlanıyor diyebiliriz.

Şöyle ki, şayet din (sistem) ‘haccı gerekli görüyorsa’ Arabistan’a gidilecektir. Bu açıdan bakıldığında bütün nebiler/rasûllar kendi öz benliklerini bildiği, ilahi güçlerle tahakkuk ettikleri halde, hiç tereddütsüz uzak yerlerden Kâbe’ye doğru yola koyulmuş, hac farizasını ve diğerlerini her gün yerine getirmişlerdir.

Kısaca, işin felsefesini yapanların “söz konusu çalışmalardan kaçması” için hiçbir sebep yoktur. İşte, bu koşullar dikkâte alındığında, entelektüel çevrenin, eksik sayılabilecek düşüncelerin peşinden koştuğu, sözlerinin de göstermelik olduğu ayrıca bunların ‘isyan’ manasına da geldiği tartışmasız ortadadır.

Onlar bazı şeyleri kolayca istedikleri seviyeye getirebileceklerine, dönüştürebileceklerine ihtimal veriyorlar.

Ancak yanılıyorlar.

Özetle yaptıkları iş sadece havanda su dövmek oluyor.

Zaten de öyle yapıyorlar!

 

 

 
 
İstanbul - 12.06.2008
sufizmveinsan@gmail.com
sufafy@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com