Entel takımı, sohbet ortamında, mistik bir sorundan
bahsedilince –istisnaları dışında- ondan öcü gibi
korkar, uzak durur. Bu tartışmaya karışmak, bulaşmak
istemez.
Söz konusu takıma göre,
dünya
yaşamı için tavır almak, hak
ve adaletten yana olmak, insanları sevmek, bazı şeyleri
değiştirmek, doğru dürüst, insan gibi insan olabilmek,
güzel insanlar yetiştirmek, onlarla sohbet etmek
kâfidir. İşin garip yanı, kendilerini tek kutuplu
dünyanın lokomotifi sayan bu çevrede, inançlı bir âleme
yol almak, geçici duraklamalar olarak algılanır.
Yapılan bir şey ahlaka uygun değilse, zaten bu “insana
yakışmayan bir haslettir”, denir geçilir.
Oysa benim değinmek istediğim bir başka nokta var. Şöyle ki; son
günlerde köşe yazarlarında garip bir tutum hâsıl oldu.
Çoğu din’e karşı olmalarına rağmen, türban olayı
ile bağlantılı, dinle ilgilenir hale, örtünme bahsini
bahane ederek tesettürle ilgili ayetleri bir ilâhiyatçı
edasıyla çözme konusuna girdiler. Amaçları, örtünmenin
gerekli olmadığını savunarak inanç katmanına gölge
düşürmekti. Ancak, hiç anlamadıkları konularda,
maalesef, yabancılık çektikleri her hallerinden belli
oldu.
Uygarlığın en önemli bir ölçütü olarak kabul ettikleri
kadın-erkek eşitliğini savunanlardan, kadının
ikinci sınıf insan kategorisine konulmasını
desteklemeyenlerden, (sanki böyle bir düşünce varmış
gibi) kadının aydınlıkta kalmasına kılıf uydurmaya
çalışanlardan, “irtica başını aldı gidiyor” diye
dövünenlerden, kadının örtüye bürünmesini kabul
edemeyenlerden, evrensel sistemi ortaçağ uygulaması gibi
kabul edip yerden yere vuranlardan söz ediyorum.
Bunu reel politik saplantı diye tanımlamak mümkün.
Ege Cansen,
beğendiğim, devamlı takip ettiğim, okuduğum bir
yazardır. O dahi ekonomi ilgili makaleler yazmasına
karşın devreye girdi ve bakın neler söylüyor:
“İslam’ın kendi kaynağını kullanarak, insana şah
damarından da yakın olan Allah’a yaklaşmak için
Arabistan’a gitmek gerekmez, inancımı açıkça ifade
ettim. Bir şeyi (mesela dini) onun içinde kalarak
incelemeye çalışanlar, onun bütününü göremez, bütünü
görmek için ona dışardan bakmak lazımdır, dedim. Tenkit
de, takdir de aldım.” (Laikler de Dinden anlar. /Ege
Cansen 01.03.08 Hürriyet gazetesi.)
Şayet bu sözleri bilerek, kendini tanımak isteyen
birinin edasıyla söylüyorsa yerden göğe kadar haklıdır.
Düşüncelerini reddetmemiz kaçınılmaz olur. Yok,
tenkitlerini konuyu başka taraflara çekmek, biraz da
‘havalanmak için’ yapıyorsa bilmeli ki, bu
tavrı Allah’a isyan demektir.
Zira, işin bir de sistem tarafı vardır.
İşte, o ve benzerleri, bu noktayı hiç dikkate
almıyorlar.
Makalesinde okuduğunuz gibi ‘Arabistan’a gitmeye
gerek yok’ ibaresi ile sözlerimizin doğruluğu
kanıtlanıyor diyebiliriz.
Şöyle ki, şayet din (sistem) ‘haccı gerekli
görüyorsa’ Arabistan’a gidilecektir. Bu
açıdan bakıldığında bütün nebiler/rasûllar kendi
öz benliklerini bildiği, ilahi güçlerle tahakkuk
ettikleri halde, hiç tereddütsüz uzak yerlerden
Kâbe’ye doğru yola koyulmuş, hac farizasını ve diğerlerini
her gün yerine getirmişlerdir.
Kısaca, işin felsefesini yapanların “söz konusu
çalışmalardan kaçması” için hiçbir sebep yoktur.
İşte, bu koşullar dikkâte alındığında, entelektüel
çevrenin, eksik sayılabilecek düşüncelerin peşinden
koştuğu, sözlerinin de göstermelik olduğu ayrıca
bunların ‘isyan’ manasına da geldiği tartışmasız
ortadadır.
Onlar bazı şeyleri kolayca istedikleri seviyeye
getirebileceklerine, dönüştürebileceklerine ihtimal
veriyorlar.
Ancak yanılıyorlar.
Özetle yaptıkları iş sadece havanda su dövmek
oluyor.
Zaten de öyle yapıyorlar! |