Entelektüel çevre

     Entelektüel, “aydın-münevver bir kimse” anlamına geliyor. Bu zümre insanlarının tipik birçok özelliği var.

     Sınıf farkı oluşturmaları, bahsettiğim özelliklerin ilki. Kendilerini hemen her ekolden üstün görmeleri ve beğenmedikleri durumlarda yıkıcı eleştiride bulunmaları diğer yanları.

     Aydın kimseler oldukları için, somut bilgilerini her tarafa yayma çabası içine girmeleri söz konusu.

     Hepimiz biliyoruz ki eleştirinin, somut tespitlere dayanması gerekir. Ama nedense bütün bu somut ve yalın gerçekler daima bu çevrenin görüş alanı içinde yer alıyor.

     Kabul edelim ki, Türkiye bir İslâm ülkesi. Din ile toplum arasında kopmaz bağların olması düşünülmeli. Ne var ki, ılımlı İslâm’a dönük bir yaşam biçiminin ülkemizde yerleşik bir hal” almasına tahammül edemiyorlar. Bu nedenle tedirginliklerini dile getirmekte bir mahzur görmezler. Bu husus, çarpıtılmış bir konu değil. Gerçek olan bir şey.

     Ortada sanki bir “komplikasyon” var. Entellerin davranışlarına bakılınca böyle olduğu izlenimi çıkıyor.

     Onlara göre şeriat, ülkemize gelmek üzeredir.

     Çünkü toplumsal yapıda “din kavramı” sıkça geçer olmuştur.

     Bunları söyleyenler de Müslüman. Bir Müslüman böyle bir şeyden gocunabilir mi?

     Mantıken “hayır” demek gerekiyor!

     İşte bu akıma dur deme gereğini duyuyorlar. Başka ülkelerden örnekler gösteriliyor, mukayeseler yapılıyor. Başlangıçların bu şekilde gerçekleştiği ifade edilerek, ağır eleştiriler durmaksızın devam ediyor.

     Meselenin marazları, acıtan durumları ele alınıyor ve irdeleniyor. “Dengemiz yerinde değil, tutarsızlıklar çok fazla. Çok vahim” gibi laflar edemeden geçemiyorlar.

     Namaz kılma, hac ve umre yapma da bahsedilen hususlar içinde. Bir şekilde garipseniyor.

     Onlara göre, bu çağda pek gerekli olan şeyler değil bunlar.

     Anlayacağınız gibi, durmak bilmiyor günümüz entelektüeli. Bir an bile dursa canı sıkılacak gibi görünüyor.

     Bu arada, durmadan İslâmi kesimleri “cahil, gerici ve çağdışı” diyerek aşağılıyorlar. İşte bu küçümseyişin, ironik bakışların altında, entelektüel tarzda bir aşağılamanın yolu bulunuyor.

     Tabi söz konusu bayağılaşma sadece bu kadarla kalmıyor. Dinle bağlantılı üst seviyedeki insanları “hedef tahtası” gibi kabul ediyorlar.

     Bu yaklaşımları, spordan, ekonomik koşullara dek her sahaya uzanırken, Entelektüel kesim, dini grupların ileri görüşlü olanları ile mukayese edilmeyi, aynı ortamda bulunmayı kati surette istemiyor.

     Farklı beceri seviyelerine sahip olmakla övünürken, karizması olan, şayet dindar bir kimliğe sahipse, daha da çok hücuma maruz bırakılıyor.

     Yanlış anlamayalım ama büyük problemler burada başlıyor.

     İslâm dini, Allah Rasulü’nün (s.a.v.) “bütün Müslümanlar kardeştir” uyarılarına, gruplaşmaya karşı çıkmasına rağmen, bütünlük kırılma noktasına ulaşıyor.

     Diğer taraftan İslâmi kesim, kendini toparlamış, hurafeden uzaklaşmış, ekonomik seviye itibariyle yeterli bir duruma gelmiş, pozitif bilim kanalı ile mevcut sorunları çözüme kavuşturmuş, okumaya zaman ayırabilmiş, misyon sahibi olmuştur.

     Bu seviyeye erişilmesine karşın, ne olursa olsun dini zümreyi sıradanlaştırmak, silikleştirmek, olmadığı halde öyle göstermek yine bu entel takımının işi.

     Farklı olanı kabullenmek, hoş görmek onların işlerine gelmiyor. Çünkü bu duruma gelmelerini kabullenemiyorlar. Hedef gösterdikleri kesimi marijinal ilan ederlerken, tahammülsüzlükleri adeta sırıtıyor.

     İşin ilginç yanı, bunu bir vazife gibi yapıyorlar.

Haliyle, otokontrol mekanizmalarını sistemli olarak işletiyorlar. Diğer yandan, güya topluma kazandırdıkları -bünyesine kattıkları dersek daha doğru bir yaklaşım olacak- entelektüel yazarlarla görüşlerini pekiştirme yoluna gidiyorlar.

     Alttakilerden korkuları nedeniyle, bildikleri gerçeklerin, onlar tarafından asla bilinmediği, yine bu eli kalem tutan kişilerce anlatılıyor.

     Bunu yapmayan kalemşorler, aralarında barınamıyor.

     Yenilikçi-yaratıcı fikirler yerine, önyargı ve paranoyaları birbirini takip ediyor. Kısacası, yaşam tarzlarının benzerlik taşıması kendilerini telaşa düşürmüş, şizofrence bir yaklaşım sonucu sıradanlaştırılmış, kendileri gibi olmayanlar düşman kardeş gibi ilan edilmişlerdir.

     Bir anlamda  “ağır ağbi” konumuna geçiyorlar. Büyük, şaşaalı laflar ederken, kendilerini özgür iradenin bireyleri olarak tanımlamaktan da kaçınmıyorlar.

     Ama hepsinden önemlisi, kimi zaman hasım gibi gördükleri diğer sınıfları koruma alanına almış gibi hareket etmeleri.

     Amaçları, kimseyi tedirgin etmeden hedeflerine varabilmek.

     Bu tarz yaklaşımları, gizli yanları.

     Her kesimden hoşnut olmaları ve ona göre davranmaları yanıltıcıdır. Ne var ki bu, yine entelektüel çevrenin akıl almaz işlerinden biri. Hoşgörüyü ideolojik pozisyonlara göre seçme ve dayatma hakkını daima kendilerinde bulurlarken, kimseyi karşılarına almayı, bir “kriz” ortamı yaratmayı asla istemiyorlar.

     Küçük lafları, gündelik pratik buluşları, aşağıladıkları grubun gözünü boyamaya yeterli oluyor.

     Okuduklarımızın, duyduklarımızın ya da izlediklerimizin bir kısmı bunlar.

     Hasılı, şunu söyleyebilmek mümkün:

     Entel kesim, dindar kesimi asla kabul etmez.

     Edenler varsa bunlar Misyonu’nu kaybetmiş, karizmayı çizdirmiştir.

     Haliyle bunu da göze alamazlar.

 
 
 

 

 
 
İstanbul - 19.12.2010
sufizmveinsan@gmail.com
sufafy@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com