“Erime”
kelimesi,
insana
atfen
kullanıldığında
mecazi
bir
yaklaşım
sergiler.
Çünkü
yoktan
var olan
bir
birim,
yok
olabilir
ama
erimez.
[bu
açıklama
tasavvuftaki
“fenafillâh
muhaldir”
sözü ile
denk
düşüyor.]
Esasen
insan;
belki
madde
olarak
gevşeyebilir,
kul
olabilir,
köle,
padi-şah,
zengin-fakir
olabilir,
sakat
kalabilir,
ama
erimesi
söz
konusu
olamaz.
Sadece
terkip
değiştirebilir.
Âşık
olur,
yanar
biter,
külleri
savrulur,
ama yine
de
eriyemez.
İnsan
erimediği
için,
göreceli
olarak
hazzı-azabı
sürekli
duyan ve
sonsuza
dek
yaşayan
bir
varlıktır.
“Onlar,
ebedi
olarak
cennetliktir”
veya “Onlar,
ebediyen
cehennem-de
kalıcıdır.”
Hükmü,
etüt
ettiğimiz
olaya,
“Cehennem
ehli,
derileri
değiştikçe
kendilerine
yeni bir
azabın
geleceğini
anlar.”
yaklaşı-mı,
hep
anlatılan
konuya
işaret
eder.
Evet,
yok
olmamanın
acı
faturası
budur.
Zahmetli
ve
acımasız
bir
sistemde
kalakalmak...
Konuyu,
bu
boyutu
ile ele
aldığımızda,
örneğin;
intihar
etmek,
sürekli
aynı
şeyi
tekrarlamak
anlamına
geldiği
içindir
ki,
kesinlikle
yapılmaması
gerekir.
O
nedenle
Din
bizlere
böyle
bir işin
çok
yanlış
olacağını
bildirmektedir.
Ebedi
bir
“azabın
veya
sonsuz
nimetlerin”
yaşandığı
bir
boyutu
tasvir
etmek ve
bunun
sürekli
oluşu-nu
düşünmek,
“esma
bileşiminin
ilânihaye
devam”
edeceğinin,
ancak
erimenin
mümkün
olamaya-cağının
belirtisidir.
Oysa
gevşemek,
bir
anlamda
erime
sözcüğüne
yakın
bir
kavram-dır.
İnsanoğlu
aşırı
sıcaklarda
gevşer.
Güneş
ışınlarının
en etkin
olduğu
mevsimlerde
aksiyonerlik
azalır.
Dikkat
edin,
aşırı
sıcak
ülkelerde
insanlar
tembellikle
vasıflanmıştır.
Bu
eleştiri
yanlıştır
ve
cahilcedir.
Sürekli
gevşeme
içinde
oldukları
için
“atıl
durumda
kalmaları”
tabiidir.
Zira bu
halde
bulunan
birey,
hiçbir
şey
yapmak
istemez.
Bir
paradigma:
Sıcak
bir
sobanın
yanında
duran
kişinin
mafsalları
tümüyle
gevşer
ve
şekerleme
yapar.
‘Sobanın
başında
uyuyakalmış’
ifadesi,
işte bu
gevşeme
ile
ilintilidir.
Murdar
olmayan
hayvanlar
sınıfında
yer alan
kediler,
bu
nimeti
iyi
bilir,
sıcak
bir
yerde
gevşeyip
uykuya
dalma
fırsatını
kaçırmazlar.
Gevşemek-rahatlamak,
diğer
bir
anlamda
kolaylıkla
değişmeyen
esma
bileşiminden
sıyrılmak
anlamı-na
da
gelir.
İçki
içmek
bir
gevşeme
isteğinin
ürünüdür.
Ancak,
Kur’anı
Kerîm
bu
hususa
AÇIKLIK
GETİRMİŞ,
zararının
faydasından
çok daha
|
|
fazla
olduğuna
temas
etmiştir.
Nitekim
içki,
İslâm’ın
kabul
edilişinden
tam on
sekiz
yıl
sonra
yasaklanmıştır.
Peki,
erimek
mümkün
olmadı-ğına
göre,
insan
neden en
azından
gevşemek
ister?
Harikulade
bir
yemekte,
sevgide,
yürüttüğü
bir
felsefede
bunu
bulmak,
gevşeyip
biraz
olsun
kendini
unutmak,
kendinden
çıkmak
ihtiyacını
duyar?
Sebebi
çok
açıktır!
Esma
bileşiminden
kurtulup
[Bunu
anlamak
dahi bir
anlamda
gevşemeye
neden
olabilir]
kendini
bulmak!
Çünkü
varoluş
gayesi
budur.
Derinliğinde
mevcut
boyut,
bu
şekilde
zahire
yansır.
Çok
önemli
bir
neden de
kişinin
ezber
bozucu
aksiyonlara
girişmesidir.
Levinas
der ki:
“Kendinden
çıkışı
olmayan
varlık,
varlığın
temel
saçmalığıdır.”
Bu
sözü
tasavvufi
anlamda
yorumlarsak
şu
anlama
gelir:
Kendinden
çıkama-yan
(beden
kabulünden
kurtula-mayan)
bir
insanın
‘şuhuda’
(yaşama)
ulaşabilmesi
mümkün
değildir.
Varlığındaki
esma
bileşi-minden
silkinip,
TEK’in
seyrine
ulaşabilmesinin
ön
koşulu,
çok
tabiidir
ki
mevcut
bir
değişikliğe
gitmesi
ile
mümkün
olur.
Bu
aslında,
yok
olarak
var
olanın,
tekrar
eski
haline
dönüşe-bilmesiyle
açıklanır.
Bu
şartlarda
var
kabul
edilen
‘İzafi
benlik’
yok
olur.
Gerçek
olanın
mutlak
‘BEN-LİK’
olduğu
anlaşılır.
Hume’a
göre,
benlik
ancak
algılarla
vardır.
Örneğin
uykuda
benlik
yoktur.
Ancak,
bilimsel
görüşler
ve
uykuda
gördüğümüz
rüyalar,
benliğimizin
bu
ortamda
da
devamlılık
gösterdiğini
kanıtlı-yor.
Çünkü
rüyada
kendimizi
gördüğümüzde
bunu
“ben”
olarak
tanımlıyoruz.
Nitekim
Allah
Rasulü
(s.a.v):
“Benim
gözlerim
uyur,
ama ben
daima
Rabbim
ile
beraberim”
şeklinde
bir
yaklaşımda
bulunmuş,
uyku
anında
dahi
birtakım
astro-lojik
etkilerin
beyin
tarafından
değerlendirildiğine
ve
göreceli
dahi
olsa bir
BEN’ liğin
varlığına
işaret
etmiştir.
İnsan,
sonsuz
esma
bileşenli
bir yapı
olduğu
içindir
ki
‘benlik’
değişime
uğrayarak
devamlılık
arz
eder.
Allah
ilmine
vakıf
olanlar
bu
boyutu
'erimek
anlamında'
değil
de, 'yok
olmak' diye
tanımlar-ken,
orijin
benlik
sayesinde
bu
müşahedeye/noktaya
varırlar. |