İslâm
sosyalizmi,
bireyler
ve
topluluklar
arasındaki
tüm
“tahakküm
ve
sömürü”
biçimlerini
ortadan
kaldırmaya
matuf
bir
düzen.
Böylece,
herkes
üzerine
düşeni
yaparak,
farklılıkların
makul
olarak
kabul
edildiği
sistemde
eşit,
eşdeğer
bir
insanlık
ortamı
yaratmaya
muvaffak
olur.
Sadece
toplumsal
değil,
ülke
bazında,
hatta
tüm
dünyada
egemen
olan
anlayış
ve en
çok
arzulanan
şey
budur.
Onu yani
eşitliği
bu
anlayışa
götüren
şey,
kendine
özgü
vasıflarıdır.
Belirli
bir
seviyeye
gelebilmek
eşitlikle
mümkün;
zira her
varoluş,
kendi
yok oluş
tohumlarını
içinde
taşır.
Bunun
zorunlu
olduğunu
kabul
etmek
zorundayız.
O
nedenle
Kur’anı
Kerim:
“Dinde
zorlama
yoktur.”
der.
Buradan
çıkan
manayı,
“eşitliğin
bozulmaması”
şeklinde
de
anlayabilmek
mümkün.
Eşitlik
kavramı,
aynı
zamanda,
içsel
bir
değer
olarak
da
temayüz
eder.
Söz
konusu
nitelik;
Teklik–Vahidiyet
düşünüşünün
tam
merkezinde,
Ehâdiyet
seyrinin
eksenindedir.
Bu
ifade,
aynı
zamanda
zahiri
anlamda
–bütün
farklılıklara
rağmen-
eşitlik
referansını
destekler
mahiyette
olup,
bir
çelişki
olamayacağını
gösterir.
Her
varlık,
zıddı
ile
kaimdir.
Değişim
dediğimiz
şeyin
kendisi,
bu
zıtlar
arasındaki
eşitliğin
mücadelesidir.
Tasavvufi
düşünce
dünyasının
iki
referans
kaynağından
biri,
farklılaşmayı
kabullenmek,
ikincisi
ise
farklılaşma
âlemine
kaynak
olan
mananın,
yaşadığımız
boyuta,
eşit
düzeyde
yansıdığını
bilmektir.
Allah
ehli
bunu
fark
ederek,
kendini
kimseden
üstün,
kimseyi
de
kendinden
üstün
görmemeye
gayret
eder.
Onun
felsefesi
böyledir.
Tavırları,
yaşamı
hep bu
tarz
üzerine
kuruludur.
Bahsi
geçenlerin
ön
kabulünden
sonradır
ki,
farklı
ve
birbiri
ile
kaynaşmaz
denilen
yapıların
analiz
edilerek
kabuğun
kırılması,
salt
manaların
seyri
konumuna
gidilir.
Sonsuz
ve
sınırsız
farklılıklar
âleminde
eşitliğin
esamesi
okunmaz
iken, bu
kavrama
meşruiyet
kazandırmanın
geçerli
sebepleri
olmalıdır.
Şöyle
ki, mana
boyutunda
tam bir
eşitlik
söz
konusudur.
Bu
mecrayı
başlangıç
noktası
gibi
kabul
edersek,
zahirde
birbirini
|
|
kısıtlayan
değerler
şeklinde
görüntü
vermesi
veya
öyle
algılanışı
bizleri
yanıltmamalıdır.
Böyle
bir
oluş,
manayı
veya
mananın
sahip
olduğu
bütünü
tanımlama
açısından
gereklidir.
Bu konum
iyi
değerlendirildiği
takdirde;
farklı
olan
âlemde,
her
şeyin
eşit
kabul
edilmesini
gerektiren
bir
anlayışı
getirecektir.
Eşitlik
kavramını
sadece
ekonomik
alanda
kabullenmek,
insani
değerleri
dikkate
almamak,
ona
gerekli
değeri
vermemek
demektir.
Oysa
Allah’ın
her şeyi
belirli
bir ölçü
içinde
yaratması
dahi
bize
sunduğu
eşitlikle
alakalıdır.
Yeter ki
insan,
izafi
değerlerin
peşine
takılıp
gitmesin,
gerçeğe-realiteye
uzanabilsin.
Eşitliğin
özgürlüğü
kısıtlaması
gibi bir
şeyi
düşünmek
imkânsızdır.
Çünkü
her
fert,
zahir
açıdan
toplumun
bekası
adına
kurallara
uymak
zorundadır.
Bâtıni
algılama
dahi
bundan
pek
farklı
değildir.
Önemli
olan,
yaşama
bu bakış
acısıyla
bakabilmek,
duyguları
karıştırmamaktır.
Ezilme,
baskı,
mağduriyetten
kaynaklanan
eşitsizlik
gösterisi
aslında,
bizlerin
sınıf-bilinç
atlaması
için
önümüze
konulan
manilerdir.
Gaye
insanın
kendini
tanıması
ise, bu
engelleri
sınır
tanımamak
kaydıyla
aşmak ve
gerçek
anlamda
teklik
yaşamında
“mana
seyri
ile”
asıl
olan
eşitliği
yakalayabilmek
esastır.
Yeni
toplumsal
hareketlerin
sunduğu
çerçeve
içinde
eşitlik
prensibini
ön koşul
gibi
kabullenmek,
böyle
bir
bakış
açısı
için
önemli
açılımlardır.
Cemiyet
hayatında
özellikle
kadınların,
erkekler
gibi
aynı
düzeyde
hak ve
karar
sahibi
olması,
dağılım
ve
paylaşım
olanaklarını
zorlaması,
farklılıkları
da göz
önünde
bulundurarak
bir
araya
toplanması,
bahsini
ettiğimiz
felsefe
ile
ilgilidir.
Burada
belirleyici
husus,
ana
nokta
salt bir
eşitlik
seçiminin
olmasıdır.
Esas
böyle
bir
duruş,
ilişkilerin
özünü
oluşturur.
Sonuçta
azımsanmayacak
bir yol
alınır.
Varılacak
yer,
vahdeti
vücut
yaşamıdır.
Başkaları
yanında
benim
yıllardır
savunduğum
husus şu
oldu:
Bakış
açılarındaki
farkı
yakalayabilmek,
şart
koşmaksızın
yaklaşımlarda
bulunmakla
mümkündür.
Bunu
prensip
edindim.
Çok da
faydasını
gördüm. |