İnsanlık âleminin üzerinde durduğu, aynı zamanda işin içinden bir türlü çıkamadığı bir konu var; eşit olma.
Dürüst, eğilip bükülmemiş, taviz vermeye tahammülü olmayanın tek derdi bu.
Ayakta kalma gücünün azaldığı noktada sosyal yaşama/adalete sığınmak ve bunun hakkani ölçüler içinde yer alması gerektiğini düşünmek ve eşitliği istemek.
Toplum içinde iletişim kopukluğunun yaşanması, istenmeyen hadiselerin tecellisi ile isyan ve çatlama haline dönüşmesi, bireyin sığınacağı bir liman gibi gösteriyor, adalet denen olguyu.
Ancak hâlâ anlamıyoruz. Eşitlik masalı, koltuk değneği kullanmak suretiyle yürüyor. Bu husus, açık seçik ortada. Zira yaşadığımız olaylar bizim istediğimiz gibi gelişmiyor. Birliktelik sağlanmıyor.
Bir yanda açlık, kıtlık, sefalet, sessizce acı çeken, sömürülen, kendisini savunmakta zorlanan bir kesim, diğer yanda refah, bolluk içinde devam edegelen son derece lüks bir yaşam. Sorumsuzca yapılan, “insaf!” dedirten sinir bozucu davranışlar.
Kısacası, toplumun bir kısmı har vurup harman savururken, çoğunluğun, israfa düşkün kimselerin artıklarıyla geçinmesi.
Evet, böyle olmaması hususunda fikir birliğine sahibiz. Ama olmuyor!
Daha da netleştirmek gerekirse düşüncede oluşan bu olgunun, bir kertede şekil değiştirmesi, eylem sahnesinde farklılığa yol açması söz konusu. Bu tektipleşmeye basit bir açıklamada bulunmak kolay değil. Her birimin sahip olduğu özellikler nedeniyle pek de inandırıcı gibi görünmüyor.
Orantılık ilkesinin uygulanması ve bu konuda ısrarcı olma, mutabakat arayışı, belirli seviyelerdeki marjlara, hoşgörüye veya en az ölçüde kabule karşı yine de alabildiğine ivme kazanıp gidiyor.
Ve tarih boyu sistematik bir biçimde sözü edilen ve süreklilik kazanan ilahi adalet anlayışı bir türlü yerini bulmuyor.
Gerçek olan şu ki, bizler adaleti algılama hususunda yanlışlıklar içinde yaşıyoruz. Basmakalıp düşünceler bir tür müdahale hakkını kendinde buluyor, ama işler tıkırında gitmiyor. Böyle olunca beklentilerimiz de boşa çıkıyor.
Önemli olan, bu kavramın gerçek şekliyle anlaşılması.
Bir kere, iyi ve kötü, güzel ile çirkin, zengin ve fakir, batı ile kültürel ayrım, aç gözlülük ve hoyratlık varsa, bunun mümkün olacağını sanmıyorum. İnsanların belki hayalleri öyledir, ama bunlar asla gerçekleşmeyecektir.
Aksi tavırla, "olur mu böyle şey canım!" diyenler, çevresine bir göz atsın derim. Zengin fakir, güzel ve çirkin yan yana yaşıyor, ama bir türlü eşitlik sağlanamıyor.
Ağır aksak, yara bere içindeki eşitlik anlayışı da böylesine değerlendiriliyor.
Unutulmamalı ki eşitlik sendromuna yakalananlar, karşılaşacakları tablo ile iyiden iyiye şaşırıyor ya da değişime girip eski katı tutumlarından vazgeçmek zorunda kalıyor.
Bu şekilde de bu olgunun özüne ulaşıyor.
|