Tiyn
Suresi,
Mekke-i
Mükerreme’de
28.sırada
nazil
olmuştur.
Sekiz
ayettir.
Adını,
ilk
ayetindeki
“Et-Tiyn”
(incir)den
alır...
Tiyn
Suresinde:
Üzerlerine
yemin
edilen
Tıyn,
Zeytun,
Tur-u
Siyna ve
Emin
Belde...
İnsan’ın
en güzel
bir
surette
yaratılması
ve
kemalatının
zuhuru...
Doğru
iman ve
salih
amelin
işlevi...
İnsan’ın
Din’i
yalanlaması,
kendini
yalanlaması
kadar
abestir...
gibi
önemli
hususlar
açıklanmaktadır...
Euzü
Billahi
mineş
şeytanir
racim
BismillahirRahmanirRahıym
1-)Vet-tîyni
vezzeytuni-
İncir'e
ve
Zeytin'e,
2-)Ve
Tûri
Sinin -
Sîna
Dağı'na;
3-)
Ve hazel
beledil
emiyn -
Şu emin
beldeye
ki,
4-)
Lekad
halaknel
insane
fiy
ahseni
takviym
-
Gerçekten
biz
"İnsan"ı
en güzel
bir
sûrette
yarattık.
5-)
Sümme
redednahu
esfele
safiliyn-
Sonra da
onu
esfeli
sâfîliyn'e (dünyaya/dünyasına) reddettik!
6-)
İllelleziyne
amenu ve
amilussalihati
felehum
ecrun
ğayru
memnun
-
Sadece (hakikatine) iman
edip
imanın
gereğini
uygulayanlar
hariç!
İşte
onlar
için
kesilmeyen
bir
karşılık
vardır!
7-))
Femâ
yükezzibuke
ba’du
biddiyn-Bundan
sonra
dini (hakikat
ve
Sünnetullâh
apaçık
ortada
iken) sana
yalanlattıracak
ne
olabilir?
8-)
)
Eleysallahu
bi
ahkemilhakimiyn
-Allâh
hükmedenlerin
en
mükemmel
hükmedeni
değil
mi?
[AHMED
HULÛSİ-KUR'ÂN-I
KERÎM
ÇÖZÜMÜ]
Yorum;
İlk
ayette
adı
geçen
tiyn,
“incir”;
zeytin
kelimesi
ise
bildiğimiz
anlamdadır.
Müfessirler,
bu
sureye
söz
konusu
iki
meyve
ile
başlanmasının
ne
anlama
geldiği
hususunda
ve
“emin
belde”
ile olan
bağlantısını
çözmede
ihtilâfa
düşmüşler,
kargaşalığa
meydan
vermemek
için
kastedilen
şeylerin
aslında
iki dağ
olduğuna
kanaat
getirmişlerdir.
Çünkü
Tin
denilen
dağ,
İsa
Aleyhisselam’ın,
Tur dağı
ise
Musa
Aleyhisselam’ın
(Hz.
Muhammed’in
s.a.v
Hira
dağında
olduğu
gibi)
tefekkür
mahalleridir.
Bu
nedenle
Allahu
Teala
üzerinde
Enbiyanın
bulunduğu
bu
dağlara
ve Emin
Belde
üzerine
yemin
etmiştir.
“Emin
olmak”sözü,
ihanetten
uzak,
kendisine
bırakılan
bir şeyi
korumuş,
muhafaza
etmiş,
emniyetli
anlamına
geliyor.
(Bkz.
Elmalılı
Hamdi
Yazır,
Kur’an
tefsiri,
8. cilt,
s.
5933).
Dolayısıyla,
emin
beldenin
ve
içinde
bulunan
insanların
da
netice
itibarîyle
emaneti
hıfz
etmişler
sınıfında
yer
aldığını
gösterir.
Bu
açıklamadan
yola
çıkıldığında
Emin
Belde’den
kasıt,
hiç
şüphesiz,
Mekke
şehri
olmaktadır.
Üzerinde
yaşayanlar
için de
aşağı
yukarı
bu
niteliği
kullanmak
mümkündür.
Tüm
müfessirlerin
görüşü
bu
şekildedir.
Bu
kentte
Kâbe’nin
ve Hz.
İbrahim
makamının
bulunuşu
bu
görüşü
teyit
eder
mahiyettedir.
Yüzeysel
de olsa
bu
anlayışı
devre
dışı
bırakmak
muhaldir.
Şimdi,
buraya
kadar
anlatılanların
yanında,
konuya
pek tabi
ki bir
de
Batıni
anlamları
ile
yaklaşım
yapabilmek,
değinmek
gerekiyor.
Çünkü
canlı
bir
organizma
olarak
toplumda
anlayış
farkları
bulunmaktadır.
Kur’an
da çok
boyutlu,
çok
girdili
çıktılı,
çok
karmaşık
bir
yapıya
sahip
olduğundan
bu
hususun
göz ardı
edilmesi
mümkün
değildir.
Evet,
İncir ve
zeytinle
kastedilen
meyveler,
söz
konusu
ayetlerde
sembolik
olarak
kullanılmıştır.
Amaç,
varlığın
tekliğini
semboller
ve
işaretlerle
bize
anlatmaktır.
İncirin
içindeki
sayısız
tohumun
bir
bütünlüğün
ihatasında
oluşu,
tasavvufta
bahsi
geçen ve
sıkça
kullanılan
kesrette
vahdet
yaşamına;zeytinin
tek bir
çekirdeğinin
oluşu da
yine
varlığın
çok
görünmesine
karşın,
tek bir
kaynaktan
meydana
gelişine
ve tek
oluşuna
dayanmaktadır.
Çekirdeği
örten
etli
kısmı da
onun
vasıf ve
esmasına
işaret
olmaktadır.
“Takvim”kelimesi,
eğriyi
doğrultmak,
nizama
koymak,
kıymet
biçmek,
kıymetlendirmek anlamına
gelir.
Buna
göre
Ahsen’i
Takvim;
“herhangi
bir
şeyin en
güzeli”
demek
oluyor.
Ahsen’i
Takvim
tabiri,
burada,
bildiğimiz
suretli
olan
insana
değil,
Ruh’a
binaen,
soyutun
somuta
yani
mananın
ilk
zuhuru
ile
meydana
geldiği
boyut
için
kullanılmıştır.
Buna
göre
ayeti
kerimede
geçen ;
“Biz onu
en güzel
şekilde
halk
ettik”
ibaresi
onu
anlatmaktadır.
Her ne
kadar
bahsi
geçen
varlık,
sathi
bir
yaklaşımla
basit
bir
insan
olarak
kabul
ediliyor
ve
akabinde
buradan
aşağıların
aşağısına
düşmesi
gibi bir
anlam
çıkarılıyorsa
da bu
doğru
bir
düşünce
olamaz.
Bildiğimiz
anlamıyla,
madde
plânında
var olan
insan
her
şeyini
bu
ruhtan
yani
Ruh-u
Azam’dan
alır.
Kısacası,
maddi
yanı ve
taşıdığı
şuur
özde ona
aittir. Süfli
ve
arınmamış
olan
yapı da
esasen
budur.
Ona
yapılan
uyarıda
‘Tuttuğun
yoldan
geri dön
ve
Allah’ın
emirlerine
sıkı
sıkı
sarıl,
adaletle
iş gör;
zira
Cenab-ı
Hak
sana,
gazaba
karşı
iyilikleri
emreder
ve ancak
emirlerini
yerine
getirebilirsen
mahvolmaktan,
içine
düştüğün bu
esfeli
safilinden
kendini
kurtarabilirsin’
demektedir.
Allah
Rasulü
Hz.
Muhammed’in
(s.a.v),
yukarıda
sözü
geçen
Ruh’un
varlığını
müşahede
etmesinden
ötürü,
-bize
göre
soyut
olan bu
boyuta-
Hakikat-ı
Muhammedi
adı
verilmiştir.
Muhyiddin-i
Arabi,
Yasin
suresinde
bahsi
geçen
varlığı
“İmam-ı
Mübiyn,
İnsan-ı
Kâmil”;
Abdülkerim
Ceyli
Hazretleri
ise
“Ruh
Adlı
Melek”
olarak
isimlendirmiştir.
Buradan
yola
çıkıp
yeryüzünün
varlığını
dikkate
alır ve
burada
bildiğimiz
manadaki
insanın
da
halife
olduğunu
düşünürsek,
ortaya
orijin
anlamda
bir
İnsan-ı
Kâmil
yani
Ruh-u
Azam
ve
yeryüzü
İnsan-ı
Kâmili
şeklinde
tanımlayabileceğimiz
iki grup
İnsan-ı
Kamil
çıkar.
Bizdeki
insanların
yedi
adet
olduğunu
ve
bunların
tamamına
yakın
bir
kısmının
Hz.
Muhammed’le
(s.a.v)
birlikte
geldiğini
söylemekte
yarar
var!
Surede
ayrıca
inanç
sahiplerinin
vakur
oluşundan,
sistemi
inkâr
eden,
yalanlayan
kâfirlerden,
onların
düştükleri
zelil
durumdan
bahsedilmektedir.
Son ayet
için ise
ez cümle
şunları
söylemek
mümkün:
Din
sistemdir.
Allah
Ahkemul
Hakimiyn
olunca,
sistemi
Rabbın
adıyla
okumak
ve
okutmak
yerinde
olur.
|