Evrimden (DNA’dan) Yansımalar
Ahmed F. Yüksel
 

Eldeki verilere göre, evren 15 milyar yıl önce doğmuş, galaksimizin-dünyanın- yaşı 6.5 milyara ulaşmış, canlı hücrenin oluşumu ise 3.7 milyar yılı geçmiştir.

Homonidae denilen insan türünün geçmişi, asgari “7 milyon yıl öncesine” dayanırken, o tarihten bu yana, söz konusu gruptan kopan çok sayıda farklı türlerin, “hem fizik hem de zekâ” yönüyle büyük değişiklikler içinde olduğu tespit edilmiştir.

Ancak, DNA’nın hemen her şeyi saptamasına ve sürekliliğine karşın, formel (biçimlendirme/şekillendirme) anlamda (insanı kast ediyorum) bir değişimin sona erdiğini söylemek doğru olur.

Buradan yola çıkıldığında bilim; insan beyninin büyümesinin uzun süre önce sona erdiğini, özetle, fiziksel evriminin durduğunu tespit etti.

Çünkü beyin korteksi artık teşekkül etmiş, insan dediğimiz varlık şekil olarak son halini almıştır.  

Diğer yandan, inanç boyutu da aynı noktalara temas ederek, bilimle müşterek noktaları paylaşmıştır. Yani insan, içselliğini algılayabilecek düzeye erişmiş, ‘Halife’ olmaya hak kazanmıştır.

Evet, bu noktaya gelene dek biyolojik bir evrimin varlığından bahsetmek söz konusuydu. Ama bundan sonra insan türünü değiştirecek bir mutasyon beklenmemelidir... Tarihin akışı içinde insan yaşamı çok değişti. Ancak buzul çağının 10 bin yıl önce sona erdiği, son 2000 yılda biyolojik bir değişimin olmadığı, hatta diğer canlılarda dahi bir değişime rastlanmadığı göz önünde bulundurulduğunda, mantıksal olarak bu felsefeyi kabullenmek doğru olur.

Nitekim Rasulûllah Efendimiz (s.a.v); “Bugüne değin yüz bin adem nesli geçmiştir” ifadesiyle, insanın fiziki yapısının uzun süre önce bugünkü halini aldığını bizlere bildirmektedir.

Fakat, evrimle ilgili tüm bilgiler bu kadar değil tabi ki!

Son genetik araştırmalar, evrimin durmadığını gösteriyor.

Buna göre, DNA’daki diğer değişimler devamlılık arz ediyor.

Örneğin Homosapiensler, ortaya çıktığından bugüne değin, sürekli evrim içindeler.

Bu değişim olmasaydı, ( kaynağı DNA olduğuna göre) bu zümrenin gelişmesine gerçekleri bulmasına, algılayabilmesine imkân yoktu, ama tespit edildiği kadarı ile var.

Esasen mistisizmde baskın olan ‘uruç’ (ruhsal yükseliş) felsefesi bunu kanıtlar.

Bu arada, hem geçmişi hem de geleceği irdeleyen DNA araştırmaları, evrimle ilgili yansımaları ortaya koyarken, diğer yandan, çok farklı ve adeta patırtı koparacak yeni bilgileri de ortaya çıkartmayı başardı.

Buna göre Homosapiens’ten bu yana sürekli değişim gösteren DNA yapısı, bundan böyle de kıyamete değin başkalaşım sürecini devam ettirecek gibi görünüyor.

Davranışlarımızın farklılığının, onları tetikleyen genetik yapımızla ilgili olduğu dikkâte alındığında, DNA yapısının her zaman bir değişim içinde olduğu akla geliyor.

Bu bağlamda, şu kanıtları ortaya koymak mümkün: Wisconsin Üniversitesi’nden John Hawks ve Utah Üniversitesi’nden Henry C. Harpending, insanın uluslar arası haritasını inceledikleri zaman, insan genlerinin en az  % 7’sinin 5000 yıl öncesine göre değiştiğini saptadılar. Bu değişikliklerin büyük bir kısmı, koşullara uyumlu bir şekilde kendini fark ettirmiş.

Örneğin, Çin ve Afrika’da çok az sayıda insan, yetişkin dönemlerinde “taze sütü” sindirip kullanabiliyorken, İsveç ve Danimarka’da hemen herkes, taze olmayan bir sütü dahi kolaylıkla içip sindirebiliyor.

Bu açıklama da DNA’nın mutlak bir değişim içinde olduğunu kanıtlıyor.

İnsan evriminin sona erdiğine inanan, Londra’daki bir üniversitede görevli Steve Jones isimli bilim adamı ise, insanın konforlu yaşam koşullarının, genetik özelliklerden ziyade, kültürle ilgili olduğunu savundu.

Ancak, Steve Jones’in bu bakış açısı daha çok yapay bir görüşü tanımlıyor. (*)

Oysa gerek kalıtsal hastalıklar, gerekse bilgilerin ortaya çıkışı, esasen DNA’nın ürünü ve astrolojik tesirlerle akışını devam ettiriyor.

Şüphesiz, astrolojik etkilerin sürekli değişim göstermesi ve şartlanmaların buna yaptığı tesirler, neticede (uzun sürede de olsa) DNA’ ya işleniyor.

Çünkü; yıldız transitleri, kişinin doğal haritasındaki yıldız konumlarına (evlere, burçlara ve haritadaki özel noktalara) yaptığı etkilerle ortaya çıkmaktadır.

Bu tesirlerin sürekli olması ve DNA sarmallarını tetiklemesi koşulu, DNA yapısındaki mutasyonun kıyamete dek devamlılık içermesi anlamına gelir.

Değerli okurlar!

Kalıtsal özelliklerin ne olduğunu biliyoruz.

Avcılık yapmış birinin maharetlerinin soyuna geçmesi, ‘Dedesi erik çalmış torunun dişi kamaşmış” örneğinde olduğu gibi…

Bütün özelliklere bir anlam verilmiyor olabilir, belki birer çelişkiler yumağı olarak görünebilir, ama aslında hiç de öyle değil.

Çünkü kaos gibi kabul edilen şeyler aslında DNA’ daki bilgilerin dışa vurumudur. Fark eden, her şeyi yerli yerince gören için “bir çelişki’ şeklinde algılanması düşünülemez.

Evrimi değerlendirebilmek, her an değişim gösteren DNA’ ların koşullarını tespit edebilmekle mümkündür diyebiliriz.

Gerçekçi bir bakış açısının getirisi de budur.
 

 

(*) CBT/Bilim 13.03.09

 

 

 
 
İstanbul - 01.04.2009
sufizmveinsan@gmail.com
sufafy@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com