Eldeki verilere göre, evren
15 milyar yıl önce doğmuş, galaksimizin-dünyanın-
yaşı 6.5 milyara ulaşmış, canlı hücrenin oluşumu
ise 3.7 milyar yılı geçmiştir.
Homonidae
denilen insan türünün geçmişi, asgari “7 milyon yıl
öncesine” dayanırken, o tarihten bu yana, söz konusu
gruptan kopan çok sayıda farklı türlerin, “hem fizik
hem de zekâ” yönüyle büyük değişiklikler içinde
olduğu tespit edilmiştir.
Ancak, DNA’nın hemen
her şeyi saptamasına ve sürekliliğine karşın, formel
(biçimlendirme/şekillendirme) anlamda (insanı kast
ediyorum) bir değişimin sona erdiğini söylemek doğru
olur.
Buradan yola çıkıldığında
bilim; insan beyninin büyümesinin uzun süre önce sona
erdiğini, özetle, fiziksel evriminin
durduğunu tespit etti.
Çünkü beyin korteksi
artık teşekkül etmiş, insan dediğimiz varlık şekil
olarak son halini almıştır.
Diğer yandan, inanç boyutu da
aynı noktalara temas ederek, bilimle müşterek noktaları
paylaşmıştır. Yani insan, içselliğini algılayabilecek
düzeye erişmiş, ‘Halife’ olmaya hak kazanmıştır.
Evet, bu noktaya gelene dek
biyolojik bir evrimin varlığından bahsetmek söz
konusuydu. Ama bundan sonra insan türünü değiştirecek
bir mutasyon beklenmemelidir... Tarihin akışı içinde
insan yaşamı çok değişti. Ancak buzul çağının 10 bin
yıl önce sona erdiği, son 2000 yılda biyolojik
bir değişimin olmadığı, hatta diğer canlılarda dahi bir
değişime rastlanmadığı göz önünde
bulundurulduğunda, mantıksal olarak bu felsefeyi
kabullenmek doğru olur.
Nitekim Rasulûllah
Efendimiz (s.a.v); “Bugüne değin yüz bin
adem nesli geçmiştir” ifadesiyle, insanın fiziki
yapısının uzun süre önce bugünkü halini aldığını bizlere
bildirmektedir.
Fakat, evrimle ilgili tüm
bilgiler bu kadar değil tabi ki!
Son genetik araştırmalar,
evrimin durmadığını gösteriyor.
Buna göre, DNA’daki
diğer değişimler devamlılık arz ediyor.
Örneğin Homosapiensler,
ortaya çıktığından bugüne değin, sürekli evrim
içindeler.
Bu değişim olmasaydı, (
kaynağı DNA olduğuna göre) bu zümrenin
gelişmesine gerçekleri bulmasına, algılayabilmesine
imkân yoktu, ama tespit edildiği kadarı ile var.
Esasen mistisizmde baskın
olan ‘uruç’ (ruhsal yükseliş) felsefesi bunu
kanıtlar.
Bu arada, hem geçmişi
hem de geleceği irdeleyen DNA
araştırmaları, evrimle ilgili yansımaları ortaya
koyarken, diğer yandan, çok farklı ve adeta patırtı
koparacak yeni bilgileri de ortaya çıkartmayı başardı.
Buna göre Homosapiens’ten
bu yana sürekli değişim gösteren DNA yapısı,
bundan böyle de kıyamete değin başkalaşım sürecini devam
ettirecek gibi görünüyor.
Davranışlarımızın
farklılığının, onları tetikleyen genetik yapımızla
ilgili olduğu dikkâte alındığında, DNA yapısının
her zaman bir değişim içinde olduğu akla geliyor.
Bu bağlamda, şu kanıtları
ortaya koymak mümkün: Wisconsin Üniversitesi’nden
John Hawks ve Utah Üniversitesi’nden Henry C.
Harpending, insanın uluslar arası haritasını
inceledikleri zaman, insan genlerinin en az %
7’sinin 5000 yıl öncesine göre değiştiğini
saptadılar. Bu değişikliklerin büyük bir kısmı,
koşullara uyumlu bir şekilde kendini fark ettirmiş.
Örneğin, Çin ve Afrika’da
çok az sayıda insan, yetişkin dönemlerinde “taze
sütü” sindirip kullanabiliyorken, İsveç ve
Danimarka’da hemen herkes, taze olmayan bir
sütü dahi kolaylıkla içip sindirebiliyor.
Bu açıklama da DNA’nın
mutlak bir değişim içinde olduğunu kanıtlıyor.
İnsan evriminin sona erdiğine
inanan, Londra’daki bir üniversitede görevli
Steve Jones isimli bilim adamı ise, insanın konforlu
yaşam koşullarının, genetik özelliklerden ziyade,
kültürle ilgili olduğunu savundu.
Ancak, Steve Jones’in bu
bakış açısı daha çok yapay bir görüşü tanımlıyor.
(*)
Oysa gerek kalıtsal
hastalıklar, gerekse bilgilerin ortaya çıkışı, esasen
DNA’nın ürünü ve astrolojik tesirlerle
akışını devam ettiriyor.
Şüphesiz, astrolojik
etkilerin sürekli değişim göstermesi ve şartlanmaların
buna yaptığı tesirler, neticede (uzun sürede de olsa)
DNA’ ya işleniyor.
Çünkü; yıldız transitleri,
kişinin doğal haritasındaki yıldız konumlarına (evlere,
burçlara ve haritadaki özel noktalara) yaptığı etkilerle
ortaya çıkmaktadır.
Bu tesirlerin sürekli olması
ve DNA sarmallarını tetiklemesi koşulu, DNA
yapısındaki mutasyonun kıyamete dek devamlılık
içermesi anlamına gelir.
Değerli okurlar!
Kalıtsal özelliklerin ne
olduğunu biliyoruz.
Avcılık yapmış birinin
maharetlerinin
soyuna geçmesi, ‘Dedesi erik çalmış
torunun dişi kamaşmış” örneğinde olduğu gibi…
Bütün özelliklere bir anlam
verilmiyor olabilir, belki birer çelişkiler yumağı
olarak görünebilir, ama aslında hiç de öyle değil.
Çünkü kaos gibi kabul edilen
şeyler aslında DNA’ daki bilgilerin dışa
vurumudur. Fark eden, her şeyi yerli yerince gören için
“bir çelişki’ şeklinde algılanması düşünülemez.
Evrimi değerlendirebilmek,
her an değişim gösteren DNA’ ların koşullarını
tespit edebilmekle mümkündür diyebiliriz.
Gerçekçi bir bakış açısının
getirisi de budur.
(*) CBT/Bilim 13.03.09 |