İlahi Hükümlerin temel
esasları, değişmezliği ve genel kuralları anlamında
varlığı oluşan sistem, rastgele şahıslar tarafından
değil, vahiy sonucu belirlendiğinden, tüm
insanlık âleminin ona uyması gerekir.
Kuşkusuz, İslâm inancı
iki kaynağa dayanır: Kur’an ve Hadisler. Tabi
zahir ve batın yanlarını dikkâte almak, matlaını
bilmek ve haddini gözetmek şartıyla.
Hz. Muhammed
(s.a.v) devrinde oluşan İslam inancı, bugün dahi
orijin halini korumakta ve kıyamete değin böyle süreceği
öngörülmektedir.
Bu açıdan
bakıldığında, Kur’an’ın ağırlığının kaybolduğunu
düşünmek, “hurafelere dayalı anlayışların”
ortalığı kapladığını ileri sürmek ne derecede doğru
olabilir?
Bazı
hadislerin gerçek dışı olmasını İslâm’a yükleme
gayretleri içine girenlerin niyetleriyle, ‘Din’
asla bozulmaz.
“Günümüzdeki inancın, Hz. Muhammed’in (s.a.v)
açıkladığı İslâm ile alakası yok” diyenler
yanılır.
Zira bu
Din, dosdoğru bir şekilde ve onun talimatlarına
harfiyen uyan “velâyet ehlinin” çerçevesinde
varlığını idame ettirmektedir.
“İslâm
hurafelere teslim olmuş” diye düşünenler; O’nun
akılcı, ileriyi gören, bilimsellik dolu yanlarını
kıskanan, yetersiz gören, zavallı, “münafık damgasını
yemiş” kimselerdir.
Dünya
hayatının hikmet yurdu olduğunu belirten İslâm
kaynakları yanı sıra, Kur’an da evrenin
yaratılış amacını ısrarla vurgularken, bilimin temel
esaslarından asla ayrılmamış; aksine, yol gösterici
vazifesini görmüştür.
İnsan/:1 “
Dehr'de insanın anılmadığı bir süreç yok muydu?”
Al-İmran/189:189
“
Semâların ve arzın mülkü Allah'ındır. (Çünkü bu
kapsamdaki
her
şey O'nun Esmâ'sının işaret ettiği mânâlardan
oluşmuştur, O'na aittir).
Allah her
şeye Kâdir'dir”
ayetleri
anlatılanlara delil teşkil eder…
Bundan
yaklaşık 4.5 milyar yıl önce meydana geldiği
düşünülen ilk tek hücreli canlının, DNA zinciri
halkalarını oluşturan dört proteinin
diziliminde (Adenin, Guanin, Sitozin, ve Timin) zamanla
ve asla rastgele kabul edilmeyecek türden değişiklikleri
sonucu, birbirinden çok farklı şekilde oluşan
yeni canlılardan, çevreye uyum sağlayanlarının daha
hızlı çoğalmaları sayesinde, bugün aralarında insan
dâhil olmak üzere, bütün canlılar meydana gelmiş, hayat
bulmuştur.
Bunun
inkârı mümkün değildir.
Kur’an,
bakın bu konuya nasıl atıfta bulunuyor:
Enam/99-)
"HÛ"
ki semâdan suyu inzâl eden!.. Onunla (semâdan
inen su ile) HER ŞEYİN nebatını çıkardık! Ondan da
bir yeşillik çıkardık... Ondan da birbiri üzerine
gelişmiş habbeler (taneler); hurmanın
tomurcuğundan sarkan salkımlar, üzüm bağları, zeytin ve
nar çıkarıyoruz... (Bunların) müteşabihi
(birbirine benzeyenleri) ve müteşabih olmayanı da!
Onun ürünlerine, bir ilk meyve verdiğinde ve bir de
olgunlaştığında bakın... Muhakkak ki bunlarda iman eden
halk için elbette işaretler vardır.
Değindiğimiz nedenlere ihtiyatlı bir dil kullanmak
zorunda olsak bile, bazı gerçekler çok açık ve nettir.
Örneğin,
her biri milyarlarca yıldızdan oluşan, sonsuz ve
sınırsız galaksilerin ve bunlar kadar önemli olan,
varoluşlarının ‘insanı’ etkilemesi,
‘yönlendirmesi’ bir yana, yaratıcının büyüklüğünü
ortaya koyması açısından da oldukça önemli sayılır.
Bütün
bunlara rağmen, evrimleşme olayının ve sürecinin
‘özünde mevcut olan’ bir yaratıcıya bağlamak
suretiyle değil de, rastgele ve kendiliğinden olduğunu
düşünmek, kısaca Yaratıcıyı- Allah’ı devre dışı
bırakıp Bilim ile Din’in örtüşmesini
kabullenmemek, bütün bu anlatılanların Dinde yer
almadığı varsayımından yola çıkarak, inançsız bir
düşünce ile hayata, var oluşa bakmayı yeğlemek, bu
şartlar altında sistemi ‘okumak’ hiç de mantıklı
bir iş olmasa gerek.
İslam, bir
şeyin “nedenini ve niçinini, tekniğini mutlaka
çözümlemesini” insana ısrarla tavsiye ederken, gözü
kapalı bir şekilde, içgüdüsel tavırlarla ‘Din’i’
dışlamaya kalkışmak hiç de hoş bir durum yaratmaz.
İşte bu
takdirde din hurafelerle anılır, ateistlerin eline kalır
ki, bu düşünce yapısına sahip olanlar, karşılığını
fazlası ile almayı hak ederler.
Bundan hiç
şüpheniz olmasın. |