Fal, geleceği
bilme isteğinden kaynaklanır. Çünkü, insan için gelecek
önemlidir. Ne var ki ilerisi oldukça kapalıdır. Bizler
bırakın geleceği, yarın ne olacağını bilemiyoruz. Tarih
boyunca her kültürde, sosyal yaşamda yerini koruyan fal,
asla bir uğraşı alanı değildir; ama insanoğlu bu
sevdasından pek vazgeçemez.
Falcılığı meslek
edinenler, yaşamını bu şekilde kazananlar vardır; bir
şekilde geleceğe ait bilgiler de vermişlerdir.
İslam
ülkelerinde ayetler-hadisler, bilimsel mantık, felsefe
ve yöntem daha işin başında fal denilen illeti aforoz
etmiştir. Zira, bahsedilen
konuların çoğu uyduruk şeylerdir. Bilgiler, genellikle
cinlerden alınır. Melekî olanı yok denecek kadar azdır.
Eski Yunanlar fal
için ‘mantis’ demişlerdir. Çoğulu ise
‘manties’ dir Fal, insanoğlu için bir şeyi önceden
görme, tanımlayabilme yeteneğine dayanır..Tahmin, bu
anlatımın dışında kalır. Ama kişinin bedensellik
hükmünden kurtulması gerçekleşmedikçe uzağı görebilmesi,
yani algılaması/bilebilmesi mümkün değildir.
Dinsel emir ve
yasaklar da dikkâte alınırsa ‘fal’ için bir
ihtiyaçtır demek doğru olmaz. Zira haramdır.
Din, normal
şartlarda geleceği görmenin mümkün olmadığını, hayallere
dalmanın gereksiz ve abes olduğunu, bu tutumdan
vazgeçilmediği takdirde işe başka varlıkların
karışabileceğini, sonuçta beklenilenin aksine, fevkalade
ters durumların ortaya çıkacağını, inanan insanlara
bildirmektedir.
Değişik türde
fallar vardır. Döküman olarak dahi onları burada yazma
gereğini duymuyorum. Ayrıca ilgi alanımda da
bulunmuyor. Kahinlere, onların iki dudağı arasından
çıkacak kelimelere bağlananlar, bu davranışlarıyla en
büyük kötülüğü, gündelik yaşamlarında gürültüden
patırtıdan uzak kalmayı sağlayan ve doğallıkla
yaşanmakta olan İslâm’ın kendisine
yapmaktadırlar.
Bilim adamlarının
dahi, ‘çağımız öyle bir çağ ki, artık teknoloji
ilerlemiş, bilim başarılarını sürdürüyor, fal ihtiyacı,
daha doğrusu geleceği bilme ve denetleme ihtiyacının fal
aracılığıyla yapılması çok aptalca bir şey gibi
görünmektedir’ demelerine karşın, bugün hâlâ
özellikle sosyetik çevreler ona rağbet ediyor.
Fal ve Astroloji
karşılaştırmasına gelince, bunların aynı şeyler
olmadığını kolaylıkla söylemek mümkün. Zira astroloji
bilimi evrenselliği yansıtmakta ve somut verilerle
bizlere ışık tutmaktadır. Fal ya da sihirde bir sistem
yoktur. Ne var ki, Fal ve astroloji aynı kefeye
konuyor. Özetle fal (sihir) ve astroloji aynı şey
değildir. Astroloji bir anlamda evrensel programlamanın
varlığının tespiti olmaktadır.
Kanaatimce bu ilmi
inkâr etmenin altında, bireylerde ritüellerinin
var oluş programına uymaması yatıyor.
“Astroloji İslâm
dışıdır” diyenler, bu
iddialarını ispatlayabilmek için çoğu kez hurafeye
başvurmakta ve işin garibi, onlardan yararlanmaktadır.
Acaba inançları konusundaki yetersizliklerinin açığa
çıkması nedeniyle mi böyle tepki gösteriyorlar?
Bilemiyorum. Belki inancın muhtevasına dair bir sürü
başka şeyi önemsiyorlardır.
Hiç kuşkusuz, bu
anlatılanlara rağmen yıldız ilmini değerlendirmek
istemeyen, aldırış etmeyen pek çok Müslüman olabilir.
Ama, bu satırların yazarı dahi, yarım yamalak bir iman
ehli olarak, yıldızlar-burçlar ilmine yakınlığın
ciddi bir karamsarlık vesilesi yaratmaması
gerektiğini düşünebiliyor ve bunu açıkça
söyleyebiliyorsa, gerçek iman sahiplerinin tasa etmemesi
için de pek çok etmen var demektir.
Yeri gelmişken,
yıllardır kafamı kurcalayan astroloji ile ilgili bir
hadis-i şerifi sizlerle paylaşmak istiyorum. Bu şekilde
birkaç kez vurguladığım, ancak analizini yapmaktan
çekindiğim çarpıcı gerçeği artık açıkça söylemem
gerektiğine inanıyorum.
İbni Abbâs
radıyallahu anhümâ anlatıyor; Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Kim, Allah'ın zikrettiğinin gayrısı için yıldızlar
ilminden bir bab iktibas ederse sihirden bir şu'be
iktibas etmiş olur. Müneccim kâhindir; kâhin de
sihirbazdır, sihirbaz da kâfirdir." diyor.
Bizler aslında dürüst ve inandırıcı olan gerçeklerle
yaşamaya çaba gösterirken, başta Efendimizin
(s.a.v) sözlerinin ne denli önemli olduğu ve ne anlatmak
istediği hususunda duyarlı olmak zorundayız. Aksi bir
düşünce uygun olmaz. İnsanı küfre götürür. Kısaca
güvensizlik ortamına girecek her gelişme, ileride
telafisi güç sonuçlar ortaya koyar. Efendimizin,
konuları bizler için çok anlamlı şekilde biçimleyeceği
üzerinde hiç kuşkumuz yoktur. Evrenin, dünyanın ve
insanın/cinlerin korunması onun şüphe götürmez
sözlerinde mevcuttur. Önce bu konuda mutabık kalalım.
Şimdi, eğri oturup
doğru konuşalım ve bu hadis-i şerifi iyiden iyiye,
zahirden batına/matlaına kadar analiz edelim. Bu arada,
akla gelen bazı çaprazlama sorular var. Şayet
yıldız-burçlar ilmi sihirden bir şube ise, Hz.
Rasulullah’ tan çok önce yaşamış bulunan İdris
(a.s) ‘ın zatına verilen bir ilim olur muydu? Ayrıca,
âlemlere rahmet olarak gelmiş bir insan, bir nebiye
verilen ilmi kötüler miydi?
Benim gibi aklı kıt
birini bir kenara bırakın, üç kuruşluk aklı olan bir
insanın bile böyle olmadığını düşünmesi gerekir. Diğer
yandan, Allah’ ın sevgili kulları sahabelerden tutun,
büyük veliler,
İbrahim
Hakkı Erzurumi’ den İbni Arabi’ ye, Aziz Nesefi
Hz.lerinden Abdulkadir Geylâni hz. lerine
kadar gelen büyük ustalar
Efendimizin (s.a.v) sözlerine
karşıtmış gibi bu ilimle ilgilenirler miydi?
Düşünüyorum da,
On iki imamdan biri olan Caferi Sadık’ ın ve İbni Abbas
(r.a.)’ ın (hadis naklini yapan zatı kastediyorum)
astrolojiye girişimleri/değinimleri söz konusu bile
olamazdı.
Efendimiz, ‘bugün
dünya balığın sırtında, öküzün boynuzunda’ gibi
sadece astrolojik anlamlı sözlerden/etkilerden
bahseder miydi dersiniz? Müminin mümin kardeşine
olan dargınlığına ancak üç gün izin verir miydi?
Bir örnek daha
vermek istiyorum. Kâb İbni Mâlik (r.n); Rasûlullah
(s.a.v) hep “Perşembe günleri” yola çıkardı,
Perşembe dışında yola çıktığı nadirdi…demektedir.
Anlaşılacağı üzere
Efendimiz (s.a.v), yolculuk için en makul günü
tercih etmiştir. Çünkü, Perşembe Jüpiter’le
başladığı için daha hayırlı, bereketli, himmetli bir
gündür. Ayrıca genişlik, ferahlık, iyimserlik, yapıcı
duygu ve fikirler vereceğinden, bugünün yolculuklar
için tercih edilmesi söz konusudur. Diğer yandan ay
saati de yolculuk için uygun bir zaman dilimidir. Çünkü
ay, serilik, çabukluk, üretkenlik, tezlik verdiğinden
yola çıkmak mantıklı olur.
İşte bütün bunları
atlayan ya da görmezden gelenlere sesleniyorum. ‘Sistemi
okumak’ denen olgu, o denli kolay bir şey değildir.
Umulur ki amentü dairesine, yüklü bir programı içerdiği
için girmemiş olabilir. Aynen miraç sırasında Hz.
Musa’ nın elli vakit namazın indirilmesindeki teklif
misali gibi..
Hiç kuşkusuz uyanık
olmak iyidir. Bu vasıf asla karşı çıkma, direnme
anlamına gelmez.
Şaşırtıcı olan,
Hz İdris nebi zamanında ve sonrasında bu ilmin
sulandırılmış ve gaye dışına çıkartılmış olmasıdır.
Bundan ötürü Efendimiz (s.a.v) tarafından yaygınlaşması
mahzurlu görülmüş ve yasaklanmıştır. Şayet dikkât
ettiyseniz hadis-i şerif içinde, yıldızlar
ilmini sihir gibi kabullenmek ve buna dayalı olarak
sistem üzerine inşa edilmiş temel bir felsefeyi
benimsememek gibi bir fahiş hataya neden olabilecek
ibare var.
Konu gelip bu
noktada kilitleniyor. Tekrar ediyorum, Astroloji, hayatı
olduğu gibi kabul etmiş, mızmız tembel insanların işi
değildir; rahatsız, kaygılı, kendini aşmak istemeyen
insanlar astrolojiye ilgi duymaz. Aksine astroloji
sürekli kendini yenilemek isteyen ateş dolu insanların
uğraşacağı bir bilim dalıdır.
Günümüze kadar
kapalı olduğu için fark edilemeyen ve tipik bir fal
şeklinde kabul edilen astroloji, bu dönemde son müceddit
tarafından ele alınmış, teklik/vahdet yönlü geniş
açıklamaları ile birlikte, sıkıntı oluşturmayacağı
düşüncesi ile tekrar açılıp halkın görüşlerine
sunulmuştur.
Bu arada bana
“Müceddidin böyle bir yetkisi var mıydı?” şeklinde
cahilce bir soru sormanızı beklemiyorum. Ancak, bu
yönde kısmi eleştirilerin olması muhtemeldir.
Nedenlerini ise yukarıda belirtmeye çalıştım.
Şu gerçek çok çıplak ve ortada ki…günümüzde artık
burçlarla uğraşanlar ayıplanmıyor. Güvence ile
yıldızlar-burçlar ilminin bir fal ya da sihir
olmadığı hususunda ortak bir nokta oluştu. Olaya bu
açıdan yaklaşım yapanlar, var oluş çerçevesi içinde önce
astrolojiye, evrenselliğe/meleki yapılara, sonra
tekliğe ve kadere kadar uzanan çizgisini saptayıp
arkalarını kollayarak, önlerine daha iyi bakabiliyorlar. |