Felsefe ve İnsan
Ahmet F. Yüksel
 

Bu kez, tasavvufî konuları ile ilgili bir yazı yazmaktansa, felsefeye değinerek gündelik yaşamımızla bağlantı kurmak niyetindeyim.

Böyle olması da bir anlam taşıyacak, belki bazı kişileri hareketlendirmeye yarayacaktır. Bunu temenni ediyorum.

Herkesin felsefe ile ilgili değişik görüşleri, bakış açıları olmuştur. Ancak felsefe ile insan arasındaki ilk köprü; ‘kendini bilme ilmiyle’ başlıyor, atılıyor dersem yanlış olmaz. Bir kimse kendisini sorgulamaya kalkar veya aynanın karşısına geçip ‘kimsin sen?’ derse "durum ister istemez değişmeye" başlayacaktır. Aksi takdirde, hayatı boyunca ne yaşamı hakkında bir ip ucu bulabilecek, yani ne kendini bilecek, ne başkasını. Ayrıca, bazı sivri akıllıların idda ettiği gibi kültüründe/yorumlarında herhangi bir değişiklik bulunmayacak, hal böyle olunca sapla samanı karıştırması da normal karşılanacaktır.

İnsanda düşünce, muhakeme, felsefe olmayınca yada gelişme göstermeyince karşılaşılacak tablo budur. Aslında bütün bunlar bir bakıma insana biçilmek istenen temel rolün ne olduğunu açıkça gösteriyor

Sivrisineğe, kavağa yaslanırken, “Ne yapıyorsun orada” demişler; o daEh, kavak da bana yaslanıyor baksanıza! demiş.

Oysa, ipin ucunu kaçırmadan tartışmak, eleştiri getirmek, ayrılmak, birleşmek olağan şeyler. Buna saygı duymak lazım. Zira bu “mücadeleci, yarışmacı, acımasız dünyada” (rahmet her şeyi kuşatsada) bazı insanlar çok kolay kıyıma uğrayabiliyor. Ancak, kişide veya toplumda haddini aşma duygusu alevlenirse işte bu ne felsefeye, ne dine, ne de onun özü mahiyetinde olan tasavvuf ilmine, uyuyor. Olmuyor.

Böylesi davranışlar toplumsal yaşamımızın belirlediği sınırların ihlali anlamına gelir. Bir disiplinden kopuşun fotoğrafıdır. Ve hantal bir tablo ortaya çıkartır. Bu minvalde, inanan-inanmayanlar olarak belli yaradılış modellerinden "birini uygulamak gerçeğini" dikkâte almak zorundayız. Dolayısıyla, “haddini bilmek, insanlığın ilk basamağı ve bir eğitim meselesidir, üstelik insani ilişkileri besleyen en etkili” etmendir.

Kendini unutup haddini aşanlar, bu bariz hatadan bir an önce dönmelidir.

Sınırlarını aşmamak, farkındalığı da gerekli kılıyor. Ama insanın yaşamında boşluklar olunca, ister istemez gedikler de açılıyor, tepki vereceğiniz olaylar artıyor. Ve bakış açınız duygusal yönde şekilleniyor. Siz farkında olsanız bile buna bir türlü mani olamıyorsunuz.

Dostlarım, insanı anlamak ve anlatmak önemli bir felsefe. Belki de yukarıda değindiğimiz gibi yaşama ulaşmaya çalışılan bir köprü.

Bu duygu yerinde durur, hareketlenmezse rahatınız kaçar, acı çekersiniz; ama bir yerde gizliden gizliye keyif almaya da devam edersiniz. Zira, bazı şeylerin farkına varmaya başlamışınızdır. Artık insanın kendisiyle buluşma heyecanı artıyordur.

Bu şekilde “kendini bilenlerle bilmeyenler arasındaki fark” ortaya çıkıyor ve felsefe ile kendini bilme, farkına varma, düşünce dünyasını geliştirme ve dönüştürmede önemli adımlar atılıyordur.

Şayet kişi yılmadan, bıkmadan, dosdoğru yoldan giderek, doğruyu koruyarak, ileriye bakarak, hedefine ulaşabilirse, bu duygu yani felsefe; faziletli ve ak bir istikbalin müjdecisi olur. Güneşin balçıkla sıvanamayacağını bilerek yaşamak gerekir.

Şimdi, insanoğlu bu takastan kazançlı çıkmış ve ilk olarak ölümün getirdiği "tedirginlikten kendini sıyırmayı" bilmiştir. Çarpıtma, saptırma, imalı imasız  çamur atma kampanyalarını boşa çıkarmış, velhasıl mutsuzluğu ve rahatsızlığı -sükun bulmuş nefs misali- yerini huzura bırakmıştır.

 

 

 
 
Medine - 19.09.2008
sufizmveinsan@gmail.com
sufafy@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com