Bu kez, tasavvufî konuları ile ilgili bir yazı
yazmaktansa, felsefeye değinerek gündelik yaşamımızla
bağlantı kurmak niyetindeyim.
Böyle olması da bir anlam taşıyacak, belki bazı kişileri
hareketlendirmeye yarayacaktır. Bunu temenni ediyorum.
Herkesin felsefe ile ilgili değişik görüşleri, bakış
açıları olmuştur. Ancak felsefe ile insan arasındaki ilk
köprü; ‘kendini bilme ilmiyle’ başlıyor,
atılıyor dersem yanlış olmaz. Bir kimse kendisini
sorgulamaya kalkar veya aynanın karşısına geçip
‘kimsin sen?’ derse "durum ister istemez
değişmeye" başlayacaktır. Aksi takdirde, hayatı
boyunca ne yaşamı hakkında bir ip ucu bulabilecek, yani
ne kendini bilecek, ne başkasını. Ayrıca, bazı sivri
akıllıların idda ettiği gibi kültüründe/yorumlarında
herhangi bir değişiklik bulunmayacak, hal böyle olunca
sapla samanı karıştırması da normal
karşılanacaktır.
İnsanda düşünce, muhakeme, felsefe olmayınca yada
gelişme göstermeyince karşılaşılacak tablo budur.
Aslında bütün bunlar bir bakıma insana biçilmek istenen
temel rolün ne olduğunu açıkça gösteriyor
Sivrisineğe,
kavağa yaslanırken,
“Ne yapıyorsun orada” demişler; o da “Eh,
kavak da bana yaslanıyor baksanıza! ” demiş.
Oysa, ipin ucunu kaçırmadan tartışmak, eleştiri
getirmek, ayrılmak, birleşmek olağan şeyler. Buna saygı
duymak lazım. Zira bu “mücadeleci, yarışmacı,
acımasız dünyada” (rahmet her şeyi kuşatsada) bazı
insanlar çok kolay kıyıma uğrayabiliyor. Ancak, kişide
veya toplumda haddini aşma duygusu alevlenirse işte bu
ne felsefeye, ne dine, ne de onun özü mahiyetinde
olan tasavvuf ilmine, uyuyor. Olmuyor.
Böylesi davranışlar toplumsal yaşamımızın belirlediği
sınırların ihlali anlamına gelir. Bir disiplinden
kopuşun fotoğrafıdır. Ve hantal bir tablo ortaya
çıkartır. Bu minvalde, inanan-inanmayanlar olarak
belli yaradılış modellerinden "birini uygulamak
gerçeğini" dikkâte almak zorundayız. Dolayısıyla, “haddini
bilmek, insanlığın ilk basamağı ve bir eğitim
meselesidir, üstelik insani ilişkileri besleyen en
etkili” etmendir.
Kendini unutup haddini aşanlar, bu bariz hatadan
bir an önce dönmelidir.
Sınırlarını aşmamak, farkındalığı da gerekli kılıyor.
Ama insanın yaşamında boşluklar olunca, ister istemez
gedikler de açılıyor, tepki vereceğiniz olaylar artıyor.
Ve bakış açınız duygusal yönde şekilleniyor. Siz
farkında olsanız bile buna bir türlü mani olamıyorsunuz.
Dostlarım,
insanı anlamak ve anlatmak önemli bir felsefe.
Belki de yukarıda değindiğimiz gibi yaşama ulaşmaya
çalışılan bir köprü.
Bu duygu yerinde durur, hareketlenmezse rahatınız kaçar,
acı çekersiniz; ama bir yerde gizliden gizliye keyif
almaya da devam edersiniz. Zira, bazı şeylerin
farkına varmaya başlamışınızdır. Artık insanın
kendisiyle buluşma heyecanı artıyordur.
Bu şekilde “kendini bilenlerle bilmeyenler arasındaki
fark” ortaya çıkıyor ve felsefe ile kendini
bilme, farkına varma, düşünce dünyasını geliştirme ve
dönüştürmede önemli adımlar atılıyordur.
Şayet kişi yılmadan, bıkmadan, dosdoğru yoldan
giderek, doğruyu koruyarak, ileriye bakarak, hedefine
ulaşabilirse, bu duygu yani felsefe; faziletli ve ak
bir istikbalin müjdecisi olur. Güneşin balçıkla
sıvanamayacağını bilerek yaşamak gerekir.
Şimdi, insanoğlu bu takastan kazançlı çıkmış ve ilk
olarak ölümün getirdiği "tedirginlikten kendini
sıyırmayı" bilmiştir. Çarpıtma, saptırma, imalı
imasız çamur atma kampanyalarını boşa çıkarmış,
velhasıl mutsuzluğu ve rahatsızlığı -sükun bulmuş
nefs misali- yerini huzura bırakmıştır. |