İnsan
hayatı,
çok
ilginç,
yıkıcı
ve aynı
zamanda
öğretici-ders
alıcı
deneyimlerle
doludur.
Kişi,
gafleti
tanımlayan
eylemlerden
kaçınır,
yapıcı
fiillerin
hâkimiyeti
altına
girmek
ister.
Böylelikle
en
azından
bir
şekilde
kendini
koruma
altına
aldığını
düşünür.
Günlük
yaşamda
insan
hiddetlenip
başkalarına
saldırabiliyor,
çekip
vurabiliyorsa,
öfkesini
başkasından
çıkartmaya
gayret
ediyorsa,
bu
yaklaşımı
acaba
başka
hangi
kelime
ile
ifade
edilebilir?
Başkaları
üzerinde
yapıcı
veya
yıkıcı
hâkimiyet
kurmak
isteyenler
bilmeliler
ki, bir
olumsuzluk
alanına
girmiş
olurlar.
Tabi bu
yanlışın
en büyük
temeli,
gücünü
özünden
almaktan
değil,
anlamsız
hayallere
sığınmaktan
kaynaklanır.
İnsanlar
artık,
bu
vasıflarla
bezenen
kimselerin
tekelinden
kurtulup,
derin
denizlerde
buluşmak,
gereğinde
o
sularda
boğulmak
istiyor.
Bu tip
yaklaşımın
sadece
Din-Tasavvuf
boyutlarında
anılır
olması,
sadece
buraya
mahsus
bir olgu
ve bir
yorum
olduğunu
göstermez.
Özetlemek
gerekirse
bu
illet,
sıradan
tüm
insanların,
hatta
“kendini
bilme
konumunda
büyük
avantaj
sağlayan”
mahallerin
dahi
yakasını
bırakmaz.
Boşluk
bulduğu
anda
ortaya
çıkıverir.
İnsan ne
olduğunu
şaşırır.
Hz. İsa
bile
havarisi
Petros’a,
“horoz
ötmeden
önce
beni üç
defa
inkâr
edeceksin”
dememiş
miydi?
Âşık
olup,
deliye
döndüğünü
söyleyenler,
bir
şekilde
ayrılık
söz
konusu
olduğunda
sevdiklerinin
arkasından
söylemedik
laf
bırakmıyorlar
mı?
Bu,
gaflet
değil de
nedir?
Bunun
tipik
örneklerini
her
zaman
görüyor
ve
duyuyoruz.
İnsanlar
bunalımdan
kaçar,
açıklık
ister,
huzur
ister.
Bu
bakımdan
gaflete
dalmayı
hiç
kimse
istemez.
Yenilenmiş,
dünya
yaşamından
uzaklaşmış
bir
bilinç,
gerçekle
ilişkisini
devam
ettirdiği
sürece
bu
tuzağa
pek
düşmez.
Çünkü bu
aşamada
kendini
daima
diri
tutar.
Hakikati
anlama
ve
ulaşma
çabası,
onu
toplumsal
sorunlardan
uzaklaştıracağı
için,
endişelerden
de uzak
tutar.
Gerçi
huzur
istemeyenler
de
vardır.
Böyle
işler
için
yaratılmışlar,
gözü
kara
olanlar,
her işe
balıklama
atlayanlar,
sonuçta
bu
unvanı
fazlasıyla
hak
ederler.
Kınayan,
buyurgan
olan,
hoyrat
davranışlarla
yaşamayı
seven,
değişimden
uzak
duran,
huy ve
karakter
yapısı
gereği
hoşlanan-hoşlanmayanlar,
bahsi
geçen
kavramın
farklı
örneklerini
gösterir.
Kimi ise
uzun
süre,
uyurgezer
şekilde
hayatına
devam
eder,
noksanlığını
giderme
yoluna
sapmaz.
Allah’ın
yaratma
aşamasında
bahsedilen
“Allah’ın
insana
ruhundan
üflemesi”
meselesi,
insana
kendi
aslını
bilme ve
bilinç
yetisi
vermesi,
onu da
kendisi
gibi
‘yaratıcı’
kılması,
ona vahyetmesi,
özetle
onu
muhatap
alması
anlamını
taşırken,
bütün bu
mükemmelliği,
sırf
kendini
bir
beden
olarak
kabul
ederek
heba
etmesi,
birimin
bu
meziyetleri
hiç
kabullenmemesi
veya
aklına
dahi
getirmemesi
evrensel
anlamda
gafletin
ta
kendisi
olmaktadır.
Herhalde
gerçeğe
ulaşıp,
ilahi
özellikleri
kuvveden
fiile
çıkaranlar
anlatılanlardan
müstesnadır.
Gafletten
uyanmayanı
güçlü
bir
benlik
sarar.
Bu
haliyle
kişi
çevresini
etkileyebilir.
Bu durum
da
birimliliğini
güçlendirir.
Böyle
kişiler
tartışamazlar,
ileri
sürdükleri
fikirler
insanlara
eksik
gelir.
Yerine
oturmaz.
Değişimden
korkarlar.
Yeni
şeyler
önlerine
konduğunda
bin bir
dereden
su
getirirler.
Veya
şiddete
başvururlar.
İnsanları
korkutma
tarafına
giderek
kimseyi
kimsenin
yanına
yaklaştırmazlar.
Çünkü
güçlerini-aidiyetlerini
kaybedeceklerini
düşünürler.
Bu,
sahiplik
duygularına
sekte
vurmak
demektir.
Ancak
“ismi
Allah
olanı
bilen,
gaflette”
değildir.
Zira
onlar
Rahman
ve
Rahim
ismi
ile
güçlenirler.
Tekliği,
barışı,
birleşmeyi,
seyri
isteyenler
ve
gerçekleştirenler
onlardır.
Bu
amaçla
seslerini
yükseltirler.
Size
sormak
isterim,
kim
Allah’tan
perdeli,
gaflet
halinde
yaşayan
bir
toplumun
ferdi
olmak
ister?
Gaflet
içinde
olan,
önlemini
almayıp,
yaşamaya
devam
ederse,
kendi
yaptıklarının
sonuçlarına
katlanması
gerekmez
mi?
İçi
burkulmaz
mı?
Ehli,
iyi
niyetle
sarf
edilen
bazı
sözlerin
dahi
Allah’tan
perdelilik
teşkil
ettiğini
kabul
ediyor
ve bu
keyfiyeti
gaflet
olarak
nitelendiriyor.
Bu
dertten
kurtulmak,
üzerinden
atmak
isteyenler,
çalışmalarını
sürdürürken
yine de
kontraya
düşebilirler.
Ama o
zaman,
kendini
eleştirenlere
karşı en
azından
“hele
bir beni
anlayın,
bir
fırsat
daha
verin”
deme
cesaretini
bulurlar.
Bu
takdirde
üstüne
üstüne
gelenlerin
fazla
bir
diyeceği
kalmaz.
Gerçek
olan şu
ki, bir
adım
attığınızda
“iş
bitmiş,
bu
olumsuz
nitelikten”
kurtulmuş
olamazsınız.
Ama
yolunuza
devam
etmiş
bulunursunuz. |