Gündüz ve Gece, sistemin en doğal iki teması. Ve hayatın birbirine zıt iki önemli yapı taşı sanki. Ne var ki, aralarında bir hayli fark var. Her şey zıddı ile varolduğuna göre, "Gece olmasaydı, yaşam nasıl olurdu?" sorusunun da bir anlamı yok.
Ama gece, orası burası didiklenen bir sistemin koruyucusu, keşmekeş ve karmaşa ise, gündüzün aynası gibidir...
Gündüz, kısır kavgaların peşinde, anlamsız hareketlerle, ne yapacağını bilmeden, şaşkınlık içinde, elde avuçta ne varsa tüketir insan. Çoğu kez, aklı başından gitmiş bir halde dolaşır, durur. Ne kadar acı, yıpratıcı, bezdirici, nasıl da küstürücüdür değil mi? ..
Şimdi, "o kadar da kötü mü? Gece çok mu iyi sanki!" dediğinizi duyar gibiyim...
İsterseniz, cevabı, binlerce yıl öncesinden seslenen bir Mısır şiirinde arayalım. Tarih boyunca insanlığa ilham kaynağı olan gece, bilinen eski uygarlıklardan biri olan Mısır’da da ayrı bir önem kazanmış ve bakın, şu dizelerde nasıl tarif edilmiş:
Geceye...
Gökyüzünün karnında olgunlaştığı gece,
Gece gökyüzünün karnından doğdu.
Gece kimin mi? Kendi annesinin.
Benim olan ne mi? Yeryüzü barışı.
Ah gece! Bağışla barışı.
Ve ben de sana barış dilerim.
Ah, gece! Bağışla sükûneti.
Ve ben de sana sükûnet dilerim.!
Akşamın asası kırıldı.
Kalktı ve sessizce yürüdü.
Testisi kırıldı akşamın.
Ve kirli suları yere saçıldı.
(Fahrettin Çiloğlu çevirisi)
Gece, sıradan olmayan insanların yaşadığı hayatın simgesidir.
Çoğumuz için olduğu gibi benim de okuma/yazma saatlerimdir.
Mistisizmin seslenişi gece olmuştur. Melekler yeryüzüne gece inmeyi severler. İnsan duymadığı, işitemediği sesleri, gecenin zifiri karanlığında daha iyi fark eder. Hata yapanlar, hatalarını gece daha net fark edebilirler. Tüm beyazlar gece esmerleşmeye ant içerler.
Sokaklar, caddeler ışıklar içinde daha iyi fark edilir. Gece incelen, silinen çizginin en ucudur.
İnsan; hayatın nabzını, sırlarını elinde tutan köşeleri gece daha iyi aralayabilir. Bir kültürün derinliğine gece daha kolay ulaşılabilir.
Şehirlerin ruhu, gece yarısı uykusundan uyanır.
Köşe yazarı gece düşünür. Bir şair gecenin karanlığında daha diri, daha akıcı olur. Yarının felsefeleri, ideolojileri, diyalogları gece netlik kazanır, biçimlenir. Özünden gelen sesler gece somuta uzanır.
Bilinen en güçlü yayınlar, gece yarısından sonra başlar. Gece insan, bir radarın, bir yarasanın duyarlılığı ile hareket eder. Ses daha bir hızlı, göz alabildiğine keskindir. Beyin sakindir, onu esir alan parazitler terk edip gitmiştir. Artık kendisiyle baş başa kalmıştır. Bunu iyi değerlendirmesi gerekir.
Duygusal olan, gece duygusallığının arttığını, olmayan ise daha bir hafiflediğini görür, yaşar.
Gecenin kokusu ve korkusu da bir tuhaftır.
Gece, insanların eksikliğine aynadır. Evrende varolan her şey, gündüz ve geceden nasibini alır. Ancak, geceye tiryaki olanların algılaması bir başka olur. Doğa gündüz ve gece ile bir bütündür. Acılar ve mutluluklar her ikisi ile de paylaşılır. Ancak, bünyesinde belirsizlik ve çelişkiler barındıran bir düşünce, gece ile şeffaflaşıp açıklık kazanır. Gecenin içinde duyulan bir çığlık insanı uyanık olmaya zorlar.
Gece, acının, hüznün, sevinci yakalamanın, gök gürültüsünü duymanın, boşluğa düşmenin anlamını daha da netleştirir. Gecede mağrur olmayan bakışlar bile gözlerini yukarıya diker. Semalarda gezinir, sonsuzluğu tadar. Yıldızların parlaklığını seçebilir, aralarındaki boşluğu gözleyebilir.
İnsanın başarılı olmasının bir nedeni varsa o da geceyi sevmesidir.
Geceleri sevenlerden olmak dileğiyle!...
[Bu yazı, Kasım 2001 tarihinde Türk Edebiyat Dergisi’nde yayımlanmıştır.]
|