Yazıya
başlarken
şunu
söylememde
herhalde
bir
mahzur
yoktur:
Birey
YAŞAMINDA
ilk defa
BİR
ŞEYLERİ
DEĞİŞTİREBİLECEĞİNİ
HİSSETTİĞİ
AN,
kendini
garip
bir
içkinliğin
içinde
bulur.
Bu
süreç,
genellikle
geceye
rastlar.
Ve her
hareketinin,
bir
önce-sine
nazaran
değişime
uğradığını
algılar.
Haliyle
Gece’nin
insanın
içini
burkan
bir rolü
olduğunu
kabul
etmek
gerekiyor.
Gündüz
yaşananlar
ise daha
fark-lıdır.
Gün
ışığı
birtakım
olayları
asimile
edip,
insana fark
ettirmiyor.
Bu
itibarla
sarsıcı,
yıkıcı
engellerle
dolu,
daha bir
“azametli”,
daha
farklı
bir
zaman
dilimidir
sanki
gece.
Düşünebiliyor
musunuz,
gecenin
bir
vaktinde
yolunu
kaybetmiş
bir
insanı
ya da
zümreyi.
Ne kadar
zor-da,
ne
müşkül
durumdadırlar.
Oysa
o kişi
ya da
toplumun,
yolu-nu
aydınlatacak
birini
kolaylıkla
bulamaması
bir yana,
içini
ürperten
durumları
yaşaması
da
kuvvetle
muhtemeldir.
Çünkü
gece,
insanı
eğip
büküyor.
Bu
nedenledir
ki
karanlık
basma-dan
varılacak
yere
ulaşma
uyarısı
yapılır.
Hadisleri
dikkatle
incelerseniz,
Allah
Rasulünün
gece
yolculuklarını
hiç
tasvip
etmediği
görülür.
GÜNDÜZ,
zamanın
en
gevşek,
en
seyrek
halidir.
Bu
sürecin
parlaklığıyla
her
şeyin
hallolacağını
düşünenler
yanılır.
Belki
gündelik
işlerin
görülme-si,
çalışma
ortamının
sağlanması
da-ha
kolay,
akıcı
olur.
Zira
sabah,
“ço-ğulcu
girişimlerin
başladığı,
rızık
kapısının
açıldığı”
bir
zamandır.
Diğer
yandan,
Bahsi
geçen
koşullar,
mevcut
ortamda,
kişinin
“kendini-benliğini”
bulmasına
hiç de
olumlu
bir
katkı
yapmadığı
gibi,
düşünsel
ve soyut
boyuta
geçiş’
aşamasını
ise bir
hayli
zayıflattığı
görülür.
Bunun en
önemli
nedeni
güneşin
insan
beyinlerinde
yarattığı
parazit
ışınsal
etkilerdir.
Bu
itibarla,
bireyden
‘gece
tefek-kür
etmesi’,
hafızasına
aldığı
bilgileri
analiz
etmesi
istenir.
Zira
mistisiz-m’de
tefekkür
edilmeden
bir
nokta-ya
varılması
imkânsızdır.
Böylesine
bir
çalışma
[bunu
veri
tabanındaki
mevcut
arınma
diye
tanımlayalım] gerçekleşmeden
birey,
orijin
‘Ben’i-ni’
asla
bulamaz.
Kuşkusuz,
izafi
Ben’i
ortadan
kaldıran
söylemler/
düşünceler
gece
başkadır.
Durduk
yerde
kendine
vazife
çıkarıp,
daima
etrafla
haşır
neşir |
|
olan
bir ben,
gerçeği
bulamaz.
Kendini
bulamayan,
çoğu kez
bozuma uğrayan
“Ben”
gündüz
yaşanılanıdır.
Oysa
gece,
değerlendirmeleri
yapabilmek
için iyi
bir
fırsattır.
Ancak,
bir
noktayı
belirtmek
gerekiyor!
Bu
açıklamaya
binaen,
gündüz
yaşanılan
Ben’
in
gece
farklı
olana
döneceği
akıllara
getirilmesin.
Bu konu
bir
tempo
işidir.
Hemencecik
sonuç
alınması
beklenmemelidir.
Ben
burada,
geceleyin,
gündüzden
ayrı ve
orijin
bir ben
anlayışının
bireyde
daha
yoğun
şekilde
yaşa-nacağını
kastediyorum.
Ama
bütün
bunlara
rağmen,
geceleyin
tefekkür-muhakeme
yoluyla
elde
edilmiş,
ancak
beyinde
tam
olarak
oturmamış
bir
benlik
anlayışı
‘gündüz
yolunu’
kaybe-debilir.
Söz
konusu
kavramları
bu ka-darla
sınırlayıp
bırakanlar,
artık
diğer
boyutlarını/anlamlarını
da
düşünmek
zorundadırlar.
Şimdi
artık
atılması
gereken
adımlar
budur.
Konuya
bir özel
girişim
olarak
bakıldığında,
cennet
ve
cehennem
misali,
gündüz
ve gece
sözcük-lerinin
dahi iç
içe
olduğunu,
sahip
bulunduğu
kurgu ve
anlayış
kıv-rımları
itibariyle
değişik
ve
gerçek
manada
tasvir
edildiği
gözlemlenir-ken;
buna
göre “gece
üst
bilinç,
gündüz
ise alt
bilinç”
düşünce-siyle
tanımlanabilmektedir.
Yüksek
düzeyde
bir
velinin
ifa-desine
göre
“üst
bilinçte,
muha-keme
ve
tefekkür
sonucu”
oluşan
veriler,
komutla
‘alt
bilin-ce’
havale
edilip
işleve
dönüşüyor.
Yani
“üst
bilinç,
alt
bilinci
formelleyerek”
davranışları
düzenliyor.
Bu husus
fikirlerin
sadece
dışta
kalmayıp,
yepyeni
bir
vizyonla
ha-reket
etmesi
gerektiğini
gösterir.
Dışarıda
yapılanların
içeriye
yansı-ması
ve
tekrar
dışarı
salınmasını
görmek
için
bazen
bir
zamana
ihtiyaç
DUYULABİLİR.
Bunu
fark
edebilmek
ve
yaşamak
oldukça
önemlidir.
O
nedenle
akılcı,
çöz-ümlemeci
tavırların
sergilenmesi
şarttır.
Açıkçası
ben,
insanın
“ger-çeği
esas
alan
istikrarlı
bir
çalış-ma
ile
FARKLI
BİR
BEN’E”
ulaşabileceğine
inanıyorum. |