Gerçek Ben’e kavuşurken!
Ahmet F. Yüksel
 

İnsanın özüne yapacağı yolculuğun bir hayli zor olabileceğini düşündüğüm olmuştu; ama bir ömür boyunca, kendi geçmişi ile hesaplaşmanın, geçmişin üzerinde tek tek durmanın o kadar çetin geçebileceğini aklımın ucundan bile geçirmemiştim.

Çünkü hayatın akışı, abartmaları kişinin başını döndürüyor. Öyleleri var ki zirveye ulaştıklarında, bir daha o noktadan hiç ayrılmak istemiyorlar. Kişilikli zirve, kimlik anlayışının bozulmasına, insanın kendisini bağlı olduğu değerlerin üstünde görmesine ve toplum ruhundan kopmasına neden olabiliyor.

Bu ortamda kişi, kendini “yabancı” ve herkesten ”üstün” görmeye başlıyor; övgülerin sadece kendisine yapılmasını istiyor. Övülmek ve övünmek onlar için yaşamsal gereksinme haline geliyor.  Dünyayı yeniden yaratmak için yola çıktıklarını düşünüyorlar herhalde.

Sonuçta, var olan, asla kaybolmayan nesnel (izafi) benlik iyice ortaya çıkıyor, arkadaşlık ve dostluklar bitiyor.

Ve farkında olmadan insan, giderek kendinden, öz benliğinden uzaklaşıyor, rengârenk bir dünyanın kapısını aralıyor. Kendi dünyasını yaratırken bize de dünyasını göstermeyi ihmal etmiyor. Hiç eksilmeyen yaşama sevinci, adeta kişiliğine yapışıp kalıyor.

Bunları çok gördük, yaşadık diyebilirim!...

İnsan, bunu dışarıda, başkalarında açık ve net bir şekilde hissedebiliyor. Bilinçsiz bir gözün fark edemeyeceği nice incelikler ise heba olup gidiyor.

Ancak, iş kendisine gelince söz konusu durum hiç fark edilemiyor. Nasıl olsun ki, gün içinde “kişisel benlikle yoğrulan-gelişen olayların yoğunluğu” ile bu çok önemli ayrıntılar gözden kaçıyor...

Sistemin getirdiği bir koşul var. Şöyle ki; birey devamlı menfi olamaz, eksi üretemez. Eksiler bile zaman içinde mutlak artıyı da getirecektir. Bu önermeden yola çıkarsak, kendi başına, bireyci ve birimsel olarak yaşayamayacağı için bir yerde geçmişiyle mutlaka hesaplaşma durumuna gelecektir.

Şayet vicdanını emanete vermemiş ise doğruyu, gerçeği yakalayabilir. Bir şekilde bu hesaplaşmadan, kendini haksız çıkartacak sebepleri bulur. Ancaaaak objektif karar verme yetisine sahip olmadığı için, duygularına bir kılıf uydurmayı, olaylara göre, benliğine değişik kimlikler giydirmeyi çok güzel becerir.

Bu nedenle yapılan bir yığın hata, insanı aslına-gerçek ben'e götürecek yola engel olur.

Şahsen, ”öz benliğe” uzanma sevdasında olanların böyle bir konumdan kendilerini kolaylıkla sıyırabileceklerini düşünemiyorum.

Kısaca Backmann’ın dediği gibi hep ”ben” diyebilmenin zorluklarını yaşamın her karesinde buluyoruz.

Hiç kuşkusuz, BEN! Basit bir kelime gibi görünüyor. Ama, sadece üç harften oluşan bu minik sözcüğün altında büyük anlamlar, farklılıklar, nice dünyalar yatıyor. Kast ettiğim, Öz benliktir.  Nesnel benlikle, izafi benlikle arasındaki fark- kıyas kabul etmez. Öz benlik bir şuurdur, üretir. Yapay olanı kendini bir beden et-kemik yığını gibi kabul eder.

Rasulûllah Efendimizin (s.a.s)  bu konuya atfen çok anlamlı bir sözü var:

“Hz. Âdem suyla çamur halinde karılı iken  “ben” nebi idim.”

Dikkât edin bu sözde; Âdem suyla çamur halinde karılı iken diyor! Hz. Âdem’le “ben” aynı boyutu paylaşıyoruz demiyor. Burada akla gelebilecek bir önemli soru şu: Hz Muhammed, Âdem suyla çamur karılı haldeyken Nebi idi. Peki, Hz. Âdem o anda neredeydi?

Hiç kuşkusuz, Efendimiz (s.a.s) ilim/mutlak ben boyutuna işaret ediyordu!

İşte insanın bu “ben” dediği şeyle irtibat kurabilmesi bir şekilde içsel yolculuğu ile ilgili. Kişinin amacı, onca olayın, duygu kümelerinin arkasında bulunan ve bizim ”ben” diye tabir ettiğimiz et/kemik yığını ile asla bir ilişkisi olmayan bu gerçek ”ben”e ulaşabilmek, onun tanıdığı özgürlük anlayışına dayalı şekilde evrenin sonsuzluğuna kavuşabilmek, zerrede küllü, külde zerreyi müşahede edebilmek, sistemi benimsemek-okumak olmalıdır.

Ne var ki sanıldığı gibi kolay görünmüyor.

Bu çok önemli noktayı bir kalemde silip atarak izafi/yapay bir benliği, gerçek ”ben” ile karıştırmak/yaşamak hiç de mantıklı olmuyor.

Zira, bu hissedişte hile ve kandırmaca dolu bir oyunun sergilenmesi, uğruna özveride bulunuluyor gibi davranılması da doğru değil. O nedenle gerçek ”ben” edası ile davrananın belirli sürelerde ”ben ondan böyle bir hareketi asla beklemiyordum”,bana bunu yapmamalıydı” gibilerinden isyankâr havalara girmesi,  üzgün/mahzun tavırlar takınması sırıtır. Böylesi düşünceler, yarattığı puta, kendisini kurban etmesi durumuna getirir.

Bu ve benzeri davranışları ortaya koyanların şimdi ”Ah-ahh” diye iç geçirdiğini hisseder gibiyim.

Öz bilince-benliğe emin adımlarla koşan, kendine güvenmiş akıl ve bilim sahibi birinin;” onun maksadını önceden anlasaydım şimdi bu hallere düşmezdim!” demesi ne kadar acı değil mi?

 

 

 
 
İstanbul - 15.09.2008
sufizmveinsan@gmail.com
sufafy@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com