Gönül meselesinin kaynağının eskiden halk arasında
bilindiği gibi kalp değil de beyin olduğu ortaya çıktı.
'Heyecanlanınca kalbimiz küt küt attığı için
duyguların kaynağı olarak gönül-kalp’ gösterilirdi.
Ortaçağ tabipleri ise beynin bir işlevinin olmadığını
düşünürdü. Beynin nasıl muhteşem bir organ olduğunu
çok sonra öğrendik ve gönül denen şeyin
huzurlu, sağlam ve coşkulu bir şuur olduğunu
anladık. Bu özellik aslında her insanda mevcuttur.
Yerini ve zamanını bulduğunda sebep aramaksızın ortaya
çıkar.
Ancak, gönül adamı, gönül toplumu olmak kolay değil. Bu
nadir görülen bir durumdur. Gönül insanı, kokuşmuş
ortamlara soluyacak bir hava, sönmüş, tükenmiş bedenlere
canlılık-ruh katar. İnsanı zindeleştirir. Çünkü
gönül dostu olmak bir başkadır. Bizler kendimize
güvenilir kişi seçimini yaparken şeffaf olanları ve
gönül toplumunu/insanlarını tercih ederiz. Bu temel
değerlere uymayan kimselerden ise oldukça uzak dururuz.
Çünkü bu tipler kendileri gibi düşünmeyenleri bir
şekilde hedef göstermekle kalmaz, kışkırtıcılığa yol
açar. Haliyle, bu hareketler yenilir yutulur bir
şey değildir. Cesaretlerini toplayıp gerçeği
görebilseler hedef gösterdikleri ile yüzleşebilseler hem
mutlu olurlar hem de daha iyi olur. Ne var ki bu pek
mümkün görülmez. Belki de tutkularına, ihtiraslarına
hizmet etmekten keyif alıyorlardır.
Gönül adamı bu tip işlere girişmez.
Sır tutar. Kendine açılanı ne pahasına olursa olsun
bir başkasına aktarmaz. Kimsenin yaşamı ile
uğraşmaz. Onun eleştirilerinde yıkıcılık
bulamazsınız. Duygularını yaklaşımlarına alet etmez.
Dedikodu ile ve başkalarının yaptığı işle meşgul
olmaz. İnsanoğlunun mayasında var olan, düşman saydığına
en ağır uygulamaları yapmak ve acı çektirmek gönül
adamının işi değildir. Gücü, potansiyeli yettiği
nispette yapıcı olarak yaklaşımda bulunur. Bu husustaki
‘içtenlikli tavrı’ derhal göze batar. Şurası bir
gerçek ki, atılımcı gibi görünen, ancak içten pazarlıklı
olan, bir yerde tökezleyip hedefine ulaşamaz.
Dünyaya eğilimi fazla, sürüleşme aşamasından çıkmamış
kişiler gönül adamını pek seçemez, yoğunluğunu pek fark
edemezler.
Yaşamları şekil – madde anlayışı ile geçtiğinden, bu
müstesna yapıları algılayabilmeleri imkânsız gibidir.
Mistik sahada özellikle tasavvufi alanda uğraş verip
gelenek – göreneklerinden taviz vermeyen, yani
bunlardan pek kopamayan kişiler gönül adamlığına
soyunamazlar.
Bu söylediklerim gelenekleri tamamen inkâr anlamına
gelmemeli. Ben sadece fuzuli olanların, insanın sırtında
bir kambur gibi durmasına ve oldukça ağır bir yük teşkil
etmesine karşıyım.
Gönül insanının kendine has bir yapısı, kokusu vardır.
Ancak, Rahman’ın nefesini ensesinde duyan, bu
kokuyu algılar. Ona yön ve yol vermekte geç kalmaz.
Bireyler arasında sevgi bağlarından çok kişisel
menfaatlerin geliştiği, farklılıkların aşağılandığı bir
toplumda onları aramak beyhudedir.
Toplumun bir ferdi olarak böyle bir gönül insanını
tanımakla ne kadar şanslı olduğumuzu söyleyip böyle bir
şansı elimizin tersiyle itemeyeceğimizi vurgulayarak
yazıma noktayı koyuyorum.
Sevgi ile kalın. Allah’a emanet olun. |