Görmek ve gözlemlemek,
gündelik yaşamımızın ayrılmaz parçalarındandır.
Ancak, bu iki kavramı
yerinde kullanmak ve aynı anlamda olmadıklarını bilmek
zorundayız.
“Görmek” en basit haliyle etrafı kolaçan etmek anlamına
gelirken, gözlemlemek; görmeyi de içine alan, çok geniş
boyutlu bir özelliğin ürünü olmaktadır.
Şimdi izin verirseniz biraz görme işlevinin teknik
yanına değinelim.
Bilindiği üzere, beş duyuya sahip insanların ortak
noktalarından biri de görmektir.
Karşımızdaki objeden göze yansıyan santimetrenin on
binde dördü ile yedisi arasındaki dalgalar,
gözbebeği tarafından, göz siniri vasıtasıyla, beyne
ulaşır.
Önceden yüklenen veri tabanındaki bilgilerle bir sentez
yapılır “hayal bölgesinde bir imaj” oluşur.
Hayal, “aslı olmadığı halde, zihinde kurulan şey”
anlamına gelir. Buna göre, “gördüklerimiz tamamen hayal
mahsulüdür” dersek doğruyu söylemiş oluruz. İşte
“görüyoruz” dediğimiz varlığın aslı, şekli şemaili
budur.
Halüsinasyon adı verilen görüntüler ise;
normalin dışında, beynin farklı alanlarının devreye
girmesiyle oluşur.
Nebi ve Rasullerin mucize diye bahsedilen hemen
herkesin gördüğü olaylar, beyinsel
işlevlerle
alakalıdır. Hz. Rasulullah’ın (s.a.s) “Ay’ı
ikiye bölüşü” ve Hz. Musa’nın “asasının
yılan oluşu” gibi…
Gözlemlemek ise daha farklı
bir oluşumu içerir. Bir filmi, baştan sona bir olayı ya
da bir spor müsabakasını gözlemlemek; aşamalarını
geniş bir yelpazede değerlendirmek ve vehimsiz şekilde
hissetmek, ona göre tedbir alıp, sağlıklı bir hale
getirmek anlamına gelir ki; buna bir nevi ‘okuma’
da denebilir.
Bir diğer örneği ise İkra hadisesinde Cebrail
isimli meleğin, Hz. Muhammed’e ‘oku’ dediğinde,
“gözlemle” manasına gelen bir algılamayı yapmasını
istemesidir.
Kur’an-ı
Kerim’de semi isminin basiyr isminden
evvel geldiğine ve kullanıldığına tanık oluyoruz.
Nedeni, önce ‘algılama’nın gelmesidir. Zira
algılamanın ardından değerlendirebilmek mümkündür.
İnsanın yaşamında, gözlemlemek söz konusu olduğunda,
mevcut duyu araçlarının dışında, diğer duyularını
da devreye sokması gerekecektir.
Misal; bir bitkiyi değerlendirebilmek için sadece görmek
yeterli olmayabilir. Ona daha yakın olmak, koklamak ve
yapraklarını tutmak da istenebilir.
İnsanın doğru, yerinde bir gözlem yapabilmesi için,
aklını yeterince kullanabilmesi, basiretini devreye
sokabilmesi şarttır.
Şayet bu hal bireyde yerleşirse ‘uyanıklardan,
maneviyat ehli’ olanlardan sayılır.
Dolayısıyla olayların üzerine gidebilir, kimsenin
yaklaşamayacağı zorlu konuları/problemleri bir
çırpıda çözüme kavuşturabilir.
Gözlemleyen zümre için şunları söylemek mümkün:
Onlar gülümserler birbirlerine! Aralarında “gözle
görülmeyen bir sözleşme” vardır sanki. Birbirlerini
tanırlar, birbirlerinden emindirler.
Kafa gözü, işte bu gerçekleri görmekten mahrumdur.
İnsanların, karşılaştıkları olaylarda gözlem
yapabilmesi, mevcut sorunların giderilmesi için, görme
fonksiyonuna -beş duyuya- odaklanmaması lâzımdır.
Bir Çin atasözü bu
noktaya şu açıklamayı getirmiştir:
“Gördüklerinizin yarısına,
görmediklerinizin hiçbirine inanmayın.”
İnsanoğlu, var oluş
boyutunda bir özne (gözlemci), bir köprüdür.
Bilinmeli ki bu yolun takipçisi, akıldır. Maddeye, yani
vehme pek bağımlı olmayan bir akıl, durumu daha da
netleştirerek kararını verir ve sonuçta hükmü koyar.
Kişinin içine düştüğü bir krizden kurtulabilmesinin
yolu, sürekli şekilde gözlemleme özelliğini devreye
sokmasıdır.
Şayet dikkâtini ve enerjisini bu yönde kullanırsa
başaramayacağı hiçbir şey yoktur.
Bu tutum, onu İnsanla-Allah arasındaki
münasebetin gerçeğine vardıracak, Kur’an’ın tepe
noktalarına getirebilecek, hakikâtin kapılarını
açacaktır. Kimi insanların gözlem hususunda
duygularından arınır bir halde bir şeyler yapma
motivasyonunun ve isteğinin kırılmamış olduğunu
görmek ayrıca sevindirici oluyor.
Gözlem, bilinçli bir mantığın ürünüdür ve insanı kendi
içindeki paradoksal edinimlerden uzak tutmayı başarır.
Bir fikir üretmek, açık olmak, kısaca bir olayı
gözlemlemekle bağlantılıdır diyoruz. |