Mevlana’nın
bir
deyişi
vardır:
“Ya
göründüğün
gibi ol,
ya da
olduğun
gibi
görün”
der.
İlk
etapta,
acaba
“göründüğü
gibi
olmayanın
bir
düşündüğü
mü var?”
diye
geliyor
insanın
aklına.
Ama iki
bölümden
oluşmasına
rağmen,
farklı
olmayan,
birbirine
destek
veren
bir
cümle
gibi
duruyor.
Bir kere
insana
riya
yolunu
kapatıyor.
Ciddi
tarzda
bir
hayat
yaşamaktan
mahrum
olanın,
asla
huzuru
bulamayacağını
vurguluyor.
Buna
göre,
insan ya
halinin
farkında
değil,
ya da
görmemesi
için kör
olması
gerekiyor.
Üstelik
olduğu
gibi
görünmeyenler,
herkesi
kızdırmakla
kalmıyor,
bir sürü
eleştiri
okunu
üzerine
çekip
adeta
hedef
tahtası
durumuna
geliyor.
Dolayısı
ile
gerçeği,
doğru
olanı
seçmeli
ve onun
dışında
başka
bir
yaşam
biçimi
olmamalı
derim.
İşte o
gün
insan
olma
saflarına
katılmış
olabilir,
ikiyüzlülüğün
hiçbir
şeye
yaramadığı
bilincine
varabiliriz.
Göründüğü
gibi
olamayıp
“kahrolan”
çok
kimse
var bu
toplumda.
Ama aksi
bir
durumu
yaşayan
ve
yaptığı
her
basitliğin
alkışlanmasını
isteyen
de.
Ne yazık
ki
bizler,
alkışlanmayı
şiddetle
arzulayan
bir
toplumda
yaşıyoruz.
O
nedenle
sapkınlıklar
gırla
gidiyor,
menfaat
ön
plânda
tutuluyor,
kimse
kimsenin
hakkına
riayet
etmiyor,
etmeyi
aklının
ucuna
dahi
getirmiyor.
Herhalde
bundan
daha
kötüsü
olamaz.
Demem şu
ki;
iflah
olmaz
“vicdansızların”
eline
bakıyoruz.
Onlara
teslim
olmuş
vaziyetteyiz.
Burada
“yetiştirme
koşullarının
hiç suçu
yok mu?”
diyor
insan,
ama bu
soru
akıllara
bile
gelmiyor.
Kişi
işin o
tarafına
girmiyor,
canı
yansa
bile
hatırlamıyor.
Yani bir
bakıma
tarif
edileni
tanımlamakta
zorlanıyoruz.
Belki
suskun
kalan
daha iyi
bir
görüntü
verecek,
daha net
anlaşılmasını
sağlayacak.
Bizler
bu
görüntü
sevdalılarının
gövde
gösterilerinin,
fütursuzca
kullanılmasına
fazlasıyla
aşina
oluyoruz
ne yazık
ki.
Eğer
insanların
yaşam
gayesi
bu
koşulları
kapsasaydı;
herhalde mental
hayvan
zihniyeti
alabildiğine
devamlılık
sağlar,
değişime
hiç
gerek
olmazdı.
Ne var
ki amaç
bu
değil,
günü
kurtarmak
hiç
değil.
Hedef
beşeriyete
tutunmanın
aksine,
öz
değerlerini
yükseltmek,
gerçeğe
dönük
yapılması
gereken
ne varsa
yapabilmek,
ilmin
kapılarını
açacak
yolun
taşlarını
döşemektir.
Cehenneme
giden
yolun
taşlarını
örmek
değil.
Dostlara
naçizane
tavsiyem,
bu geniş
perspektiften
bakmalarıdır.
Göründüğü
gibi
olmayanlar,
bu
tıkanıklığı
daha da
radikalleştirerek
yaşamayı
sürdürürken,
yakın
plânda
olanlarla
dirsek
temasında
bulunmayı
da ihmal
etmiyorlar.
Ne de
olsa
aynı
sürünün
kuşları.
İleriye
doğru
bir
atılım
yapmak,
böylelikle
öz
vasıfları
ile
tahakkuk
etmek,
onlarla
ayakta
durmak,
farklı
frekansları
algılar
hale
gelmek
nedense
hiç
akıllarına
gelmiyor.
Sonuçta
derinleşen
sorunlar
ve bir
tükenme
devri
kendilerini
bekliyor.
Bu
başarısızlıkta
şaşırtıcı
bir şey
de yok
hani.
Ya geri
adım
atıp,
sorunlarını
çözmeleri,
takipçilerini
hayal
kırıklığına
uğratacak
şeylerden,
yani
malum
görüntülerden
kaçınmaları,
ya da
beklenen
iflası
ortaya
koymaları
gerekiyor.
Oysa
öyleleri
var ki
onlar da
“göründüğü
gibi
olmayanlar”
şeklinde
yaşıyorlar,
ama
ayrıcalıklı
bir
sınıfı
teşkil
ediyorlar.
Nedense
herkesin
yönlendiği,
yöneldiği
şeylere
hücum
etmiyorlar.
Bir şeye
bağımlı
ya da
bağımsız
oldukları
pek
anlaşılamıyor.
Kimi
zaman
şaşırtıcı
biçimde,
bağımlı
olandan
daha da
bağımlı
görünürlerken,
bazen
oralı
bile
olmuyorlar.
Şaşkın
bakışlar
arasında,
aslında
olmayan
eksik,
basit
taraflarını
gösteriyorlar.
Benliğini
çoğaltan
adımlar
atarken,
diğer
yandan
ciddi
meseleleri
kolaylıkla
çözebilmeyi
başarıyorlar.
Sanki
bazı
şeylerin
ardına
gizlenmiş
gibiler.
Enerjilerinin
büyük
bir
kısmını,
toplumun
hayal
dahi
edemeyeceği
şeylere
yönlendirmişler.
Onlara
karşı
duyulan
şüphecilik,
çoğu kez
bilinçli
şekilde
kendi
isteklerince
yapılıyor.
Hırçınlıklarını
sergilemek
de
saydığımız
bu
faktörlerden
biri.
Kendilerini
açığa
vurmayan
bir
davranıştalar
bu
bahsettiklerim.
Algılamayanı
zorlamamak
için
yapılan
ince
hareketler
bunlar… |