Gül Bahçesi adlı kısacık bir hikâye...
Evvel zaman içinde... Bir kasabada yaşayan dünyalar güzeli bir kız varmış. Çevre ülkelerden gelip de onu gördükten sonra evlenmek istemeyen kalmamış; zengin, soylu, yakışıklı genç adamlar, şövalyeler, prensler... Güzel kız hepsini geri çeviriyormuş. Aynı kasabada yaşayan bir genç adam da çalmış bu evin kapısını, o da reddedilmiş.
Yıllar geçmiş aradan...
Bu sonuncu talip kasabadan ayrılmış, çoluk çocuğa karışmış, paralar kazanmış... Ve bir gün yolu eski kasabasına düşünce, o dünya güzeli kızın evlendiğini öğrenmiş. Merak etmiş, bir sabah, evden çıkacak olan mutlu kocayı gözlemiş.
Şişman, çıplak kafalı, çirkin mi çirkin bir adam...
O gidince, bir cesaret evin kapısını çalmış, kendisini tanıtmış ve güzeller güzeline, böyle bir adamla neden evlendiğini sormuş. Kadın ona:
- Evimizin arkasındaki gül bahçesinde, hiç arkanı dönmeden ilerle. En güzel gülü bulup bana getirirsen, sualine cevap veririm, demiş.
Bahçede yüzlerce gül. Şu sarı gülün güzelliğine bakın! Ama az ötedeki kırmızı gül ondan da güzel değil mi? Elini uzatırken, gözü ilerideki pembe güle ilişince vazgeçmiş: aman aman aman!..
Ya bu goncalar! Ama hangisi? Acele etme, bak şuradakine! Dur, karşıdaki bundan da güzel... Derken bahçenin sona erdiğini fark etmiş. Geriye dönemediği için de, en sondaki tek gülü koparıp, güzeller güzeline getirmiş.
Yaprakları solmuş, pörsümüş, cılız sapı üzerinde zavallı bir gül.
-
Gördün mü, demiş güzel kadın; daha iyisi, daha güzeli derken, sen de en kötüsüne razı olma durumunda kaldın.
Dünya yaşamında bireyin mutlu olabilmesi için gözünü yükseklere değil, daima kendi yaşam seviyesinden aşağıdakilere bakması gerektiğini anlatan güzel bir örnek gül bahçesi...
Manevi âlemde durum farklı değil. Her şeye razı olma perspektifinden olaylara bakmak şart. Zira bunlarsız yalan olmaktan öteye geçemez. Sefilliğe yol açar.
|